``Uykularda İplerine Dokunduğum Çocuk``
Duygularını ifade etmesine zemin hazırladım. Ben de onunla dertleştim. Her pazartesi akşam yemeğinde “sevimli ikili” toplantıları yaparak haftayı değerlendirdik. Birlikte yazdığımız “sevimli ikili yemini”ni tekrarladık.
Olmadı, yapamadık, yürütemedik evliliğimizi. İflah olmayacak bir ilişki için çok fazla emek harcamadığımı da itiraf etmeliyim.
Evimizde her şeyin tadı ve bereketi kaçtığından, sekiz yaşındaki oğlumuz da, beraberliğin yolunda gitmediğinin farkındaydı. Bazı sevimsizliklere tanıklığını engelleyemiyorduk. Fırat’ım artık “Anne yine mi ikimiz” diye başlayan cümleler kurmuyor, tatil, sinema, bovling dahil her yere ‘muhteşem üçlü ‘ olarak değil, ‘sevimli ikili’ olarak gidileceğini biliyordu.
Karşılıksız aşkı yüzünden çektiği acıyı paylaşacağı, voleybol antrenörü haksızlık yaptığında sesini çıkaramayıp eve geldiğinde ağlayarak boşalacağı kişiyle testte yaptığı hataya kahırlanmalarını dinleyecek kişinin aynı kişi olduğunu ve bu durumun böyle gitmeyeceğinin bilincinde olması muhteşem üçlü günlerimizi özlemesine engel değildi.
Mutsuzdu. Peki, tamam, olur, evet sözcüklerini sıkça tüketerek, aklınca sorun oluşumunu engelliyor, babayla çelişkiye düşmemeye çaba harcıyordu. Öfkesini baskılıyor, çapraz sevgi karşısında alacağı tutumdan kimsenin zarar görmesini istemiyor gibiydi.
Önce annesinin ruhsal durumunu okuyup yazmayı öğrenen o küçücük adam “Annecim, babam seyahate giderse diye korkma. Ben seni korurum” diyerek bana örtülü mesaj bile veriyordu.
Boşandıktan sonraki hayatımız bir şekilde yoluna girecekti. Benim yüreğimi karıncalandıran “Fırat’a haksızlık mı yapıyoruz?” sorusuydu. Sekiz yaşındaki bir erkek çocuğunu hem babadan, hem de erkek davranışlarını öğretecek bir öğretmenden yoksun bırakmaya hakkım olup olmadığını sorguluyordum.
Arkadaşım Beyza’nın “Çocuklar, anne-babasının boşanınca sarsılır, zarar görür. Bazen çocukların iyiliği için bir arada olmak, çocuğa, boşanmışlıktan daha fazla zarar verebiliyor. Ben, kişisel isteklerimi bir yere atarak kızımın liseyi bitirmesini bekledim. Bir arada olmak, evdeki elektrikli hava, kasıtlı sessiz kalmak kızıma ve bana daha çok zarar verdi. Kızım, ‘keşke daha önce bitseydi bu iş’ dedi Bazen evlilikteki sorunu çözmenin tek yolu, evliliği bitirmek oluyor. Boşanmış aile çocuğu kaçınılmaz olarak bu durumdan zarar görür diye bir şey yok. Bu potansiyel bir durum” demesi içimi serinlettiyse de ikilemdeki halim sürüyordu.
Gazeteden babasız evlerde büyüyen erkek çocukların daha az rekabetçi, sporla daha az ilgili, daha saldırgan, okul başarısı düşük ve asi olduğunu okuyunca aslında beni ürkütenin Fırat’ın ergenlik dönemi olduğunu fark etmiştim.
İnternette 1980’li yıllarda doğan çocukların yüzde 40-50’sinin ebeveynlerinin boşanacağını ve bu çocukların ortalama beş yıl tek ebeveyniyle yaşayacağını okuduğumda, “1999 doğumlu çocuklarda bu oranın daha da yükselmesine neden olacağım” diye düşünmüştüm.
Bir cumartesi sabahı, evliliğimin bana verdiği zararın, yarardan fazla olduğunu bir kez daha anlayınca, Ömer’e Eymir gölüne yürüyüş yapmamızı teklif ettim. Beş saatlik yürüyüş + bağırış-çağırış + ağlayış seansı sonucunda, dokuz yıl + on ay + on dokuz günlük evliliğimizi bitirme kararıma Ömer’de katılmak zorunda kaldı.
Şu akıp giden kum seline bak;
Ne durması var, ne dinlenmesi.
Bak birdenbire nasıl bozuluyor dünya,
Nasıl atıyor bir başka dünyanın temelini.(**)
Ana-oğul, Fırat’ın okuluna yakın bir eve taşınacaktık. Ömer, oğlunun gereksinimlerini karşılayacak, istediği zaman da görebilecekti. Boşanma kararımızı da Fırat’a birlikte açıklayacaktık.
Ertesi sabah, hazırladığım muhteşem pazar kahvaltısında özenli giyimim ve makyajımdan evde olağanüstü bir hal olduğunu fark etse de, Fırat sessiz kalmayı yeğledi. Suni bir neşeyle yaptığımız kahvaltının sonunda, “Fırat’cım” diye söze girdim.
“Artık baban ve ben aynı evde yaşamak istemiyoruz. İkimiz de seni çok seviyoruz. Ayrılmamız, sana olan sevgimize zarar vermeyecek. Babanı istediğin zaman görebilecek, telefonda konuşabileceksin. Okuluna yakın bir eve taşınacağız. Senin bu değişikliklerden etkilenmemen için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Babanla bir süre ayrı yaşayarak ilişkilerimizi gözden geçirmeye karar verdik. Bu sürenin bitiminde belki boşanacağız. Gerektiğinde üçümüz bir araya gelebileceğiz” diye konuşurken Ömer’in gözlerinden destek alıyor, sesimin titremesine de aldırmıyordum.
Fırat “Ben boşanacağınızı biliyordum. Benden de boşanmayacaksınız değil mi?” diye sorunca, ben “Olur mu öyle şey! ” deyip yanıt sıramı savdım. Ömer söylemek istediklerini söyleyemeyince, “Hadi hayvanat bahçesine gidelim!” dedi. İkisi evden çıkıp gittiler.
Aramızda imzaladığımız protokol sayesinde tek celsede boşandık. Uzun vadede kendim için iyi bir şey yaptığımı, ancak bedelinin yüksek olduğunun bilincindeydim. Ailelerimiz üzgündü, ancak müdahale etmediler. Taşındığımız yeni ev, halasının aldığı oda takımı, büyükbabasının yenilediği bilgisayar Fırat’ı heyecanlandırıp, mutlu etti. Babamın hediyesi olan araba da beni sevindirdi.
Ruhumun okuru oğlum bu süreçte en büyük desteğim oldu. Masaya getirdiğim üçüncü tabağı çaktırmadan mutfağa götürdü, babasının yerinde oturmağa başladı. Gece beni üzmeden yatağına gitti. Babasıyla istediğinde telefonda ve yüz yüze görüşebilmek, gereksinimlerinin sorun olmayacağını anlamak ona iyi geldi. Evde kendisine uygulanan kuralların değişmeyeceğini yaptığı deneylerden öğrendi.
Bu dönemde sınıf öğretmeni ve rehberlik öğretmeninden büyük destek aldık. Sınıfında tek ebeveynli çocuk sayısının yüksek olması, Fırat’a akran terapisi oldu. Mert’in ikinci babasının Kanada’dan getirdiği pastel boyaları, Elif’in babasının çocuğu olduğunu, eski babasının Melisa’yı hiç görmediğini, Muratcan’ın babası annesini dövdüğü için boşandıkları gibi arkadaşlarına ilişkin dedikoduları benimle paylaşıyordu.
Arada dalgınlaşmasını, önemsiz şeyler için mızmızlanmasını, geceleri nadiren altını ıslatmasını, değişik bahanelerle yatağıma konuk gelmesini saymazsak, sekiz yaşındaki bir çocuğun bu denli olgun, gerçekçi davranması beni ürkütüyordu.
Duygularını ifade etmesine zemin hazırladım. Ben de onunla dertleştim. Her pazartesi akşam yemeğinde “sevimli ikili” toplantıları yaparak haftayı değerlendirdik. Birlikte yazdığımız “sevimli ikili yemini”ni tekrarladık. Banyo aynası ve buzdolabı kapağına yapıştırdığımız notlarla birbirimize ilan-ı aşk ettik.
Suçluluk duygusu geliştirip onu gereksiz hediyelere boğmadım. Ömer de sormadan bir şey almamağa özen gösterdi. Babasıyla beni tekrar bir araya getirmek için yaptığı küçük numaralara birlikte güldük.
İkili dünyamız kurulalı henüz beş ay oldu. İnternette orta çocukluk döneminde ebeveynin birinden ayrılan çocukların bağımsız hareket etme, itaatsizlik, okuldan kaçma, suç işleme, okul başarısızlığı, huzursuzluk ve ajitasyon yaşadıklarını okumuştum. Ayrılığımızın uzun dönemdeki etkileri ne olur bilemiyorum. Ben ve Ömer asgari etki için çaba harcayacağız.
Bu geçiş aşamasında ailemden, arkadaşlarımdan ve mesai arkadaşlarımdan aldığım sosyal destek benim için çok anlamlıydı.
Ben mi nasılım? Kendimi kötü hissettiğimde içimden
“….bir de bakarsın
Belleğin cılız kollarında
Aradığın o yitik çocuk
Ne bir şarkı dilinde
Ne bir ıslık
Sen iyisi mi
Sal yine
Uçurtmanı rüzgarlara
Uykularda iplerine tutunduğum çocuk…”(***)
dizelerini okumak -şimdilik- bana iyi geliyor. Sonrası, soru işareti…(ŞD/EÜ)
* Şadiye Dönümcü, Sosyal Hizmet Uzmanı.
** Mevlana
*** Başlık ve şiir Turgay Gönenç‘e ait.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.