Basında Yaşlılık

Unttuğunu Bile Unutmak

Unttuğunu Bile Unutmak

Unutmak istemediğiniz halde unuttuğunuz şeyler var mı? Bu durum, hayatınızı bir kâbusa mı çeviriyor? Peki, unutmak isteyip de unutamadığınız şeyler var mı? “Ömür boyu unutmak. Unuttuğunu bile unutmak“ isteyeceğiniz şeyler var mı? Peki, vicdanınızı rahatsız eden, uykularınızı kaçıran, sizi kendinizden ve başkalarından tiksindiren şeyler var mı? Var değil mi? Yukarıdakilerden hangisini seçerseniz seçin yalnız değilsiniz, merak etmeyin. Hangisini seçerseniz seçin, toplumumuzun ezici bir çoğunluğunu oluşturan tarafta yer alacağınızdan emin olabilirsiniz. Peki ama, bu kadar şeyle nasıl baş ediyor bu kadar insan? Hangi yolu seçiyorlar da hâlâ hayatta kalmayı başarabiliyorlar? Yoksa “yaşıyorsun ama yoksun“ diye mi düşünüyorlar kendi kendilerine?

Zihnimizde bu kadar şey varken nasıl oluyor da hayatta kalmayı, gülmeyi, eğlenmeyi başarabiliyoruz? Alışıyor muyuz yoksa? Zihnimizdeki şeylerle yaşamayı öğreniyor muyuz?  “Her gece kendimiz mi asıyoruz kabuslarımızda kendimizi“? Zihnimizin içine yer eden bu kadar düşüncenin bizi rahatsız etmesini engellemek için başkalarına mı sığınıyoruz? Onlardan mı medet umuyoruz? Yoksa, “unuttuğumuzu bile unutup“ en derinlere mi gömüyoruz zihnimizdekileri? Belki de kendimize bile hatırlatmak istemediğimiz bu kadar düşüncenin bizi rahatsız etmemesi için başkalarının da  unutmasını istiyoruz bu düşünceleri! Kurtulmak istediğimiz bu kadar düşünceyle karşılaşmaktan kaçmak için diğer insanlara da mı unutturmak, onlara da mı hatırlatmamak istiyoruz onları? Uzun zaman sabredip, bir fırsatını bulduğumuzda mı kurtuluyoruz yoksa onlardan? Ya da, bunlardan hiç birini başaramayıp, “derdin boşaltmaksa içini, kendin çekersin ipini“ deyip veda mı ediyoruz bu hayata? “Geçti bu ömür, öl keyfini sür“ diye kendimizi avutmayı mı çözüm olarak görüyoruz? Yoksa, ‘başkalarının mı ipini çekiyoruz’ kurtulmak için zihnimizdeki bu düşüncelerden?

Agâh Beyoğlu, son seçeneği seçiyor.  “Başkalarının ipini çekmeye“ karar veriyor. Agâh Beyoğlu mu? O da kim? Kendisi emekli bir adliye memuru. Uzun yıllar boyunca bu işi yapmış.  Belki de  “unuttuğunu bile unutmak“ isteyeceği sayısız dosya çıkmıştır karşısına. Ama bir olay var ki, onu hiçbir zaman unutamamış; hiçbir zaman “ondan ayrılamamış“. Sonunda emekli olmuş ve bir apartmanda tek başına sessiz, sakin bir emeklilik hayatı geçirmeye başlamış. Ta ki günün birinde doktorun biri kendisine “alzheimer“ hastalığına yakalandığını söyleyinceye kadar!  Dünyası başına yıkılıyor bu haberden sonra. Nasıl yıkılmasın? Bu yaşlı, emekli Agâh Beyoğlu, unutamadığı, vicdanını delip geçen o olayı unutmaktan o kadar korkuyor ki, vicdanını rahatlatmak için vicdanının sızlamasına neden olanların  ‘ipini çekmeye’ karar verip bir seri katile dönüşüyor ve düşüyor peşlerine. Nasıl ama? Akıp gidiyor değil mi? Nasıl akmasın, okurken nasıl akıp gidiyorsa izlerken de akıp gidiyor; hiç anlamıyorsunuz bile! Haluk Bilginer ‘Agâh Beyoğlu’ karakterini öyle bir oynamış ki, sanırsınız dizi çekmiyorlar; bu olayı kendisi o anda yaşıyor! Zaten kendisi, bu dizinin ardından “47. Uluslararası Emmy Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu“ ödülünün sahibi oldu. Bu dizi dediğim de “Şahsiyet“ dizisi. 12 bölümlük bir dizi. Her bölümü ortalama bir saat uzunluğunda, toplamda 13 saat sürüyor. İnternette, ‘Puhutv.com’ adresinde yayınlandı iki sene önce. ‘Puhutv.com’ da ücretsiz bu arada, interneti olan herkes izleyebilir. Haluk Bilginer’e de Cansu Dere eşlik ediyor başrolde. O da ‘komiser Nevra Elmas’ karakterine hayat veriyor. Polisliğe yeni başlamış, alışmaya çalışıyor. Alışmaya çalışırken de oldukça zorlanıyor. Dizi ilerledikçe olaylar karmaşıklaşıyor. Daha ilk bölümden itibaren Nevra ve Agâh Beyoğlu’nun yolları kesişiyor. Nasıl kesişmesin, birisi polis diğeri seri katil! Birilerinin ‘ipini çeken’ bir seri katil elini kolunu sallaya sallaya gezecek değildi ya! Ancak, yollarının kesişmesinin başka bir sebebi var. Onu da söylemek olmaz şimdi! Dizinin senaristi ise Hakan Günday. Yukarıda, çift tırnak (“  “) içinde kullandığım bütün cümleler Hakan Günday’ın kaleminden çıkan cümleler. Hatta “unuttuğunu bile unutmak“ başlığı da ona ait. Dizinin yönetmeni Onur Saylak. Haluk Bilginer ve Cansu Dere’ye Müjde Ar, Hüseyin Avni Danyal, Hümeyra gibi usta isimler de eşlik ediyor.

 

Yukarıda, sonunda soru işareti kullanarak kurduğum bütün cümleler de diziyi izlerken gözlemlediğim ‘karakterlerin yaşadığı içsel çekişmelere’ gönderme yapan cümleler. Öylesine kurulmuş cümleler değil yani. Evet, devam edelim şimdi. Bu dizinin yaptığı çok iyi bir şey var. Ne biliyor musunuz,  ‘tokat atmak’! Bu diziyi başından sonuna kadar izlerseniz, 11 tane tokat yiyeceğinizi garanti edebilirim size. ‘Zihinsel ve manevi tokat’ elbette. Dizinin her yeni bölümünün başında “Şahsiyeti hatırla“ cümlesi karşılıyor sizi. Geçen haftanın özetini veriyor, ‘geçen haftayı hatırla’ demek istiyor tabi. Ama görünüşte. Aslında Agâh Beyoğlu’nun unutmaktan korktuğu şeyi hatırlatmak istiyor aynı zamanda. Alzheimer olduğunu öğrendiğinde doktoruna “bütün hatıralarım silinip gidecek. Peki ben ne olacağım? Telefon numaları bir şey değil de. Benim şahsiyetim ne olacak“ sorusunu sormuştu Agâh Beyoğlu. “Şahsiyeti hatırla“.  Bütün bu cümleler, dizinin senaristi Hakan Günday’ın kaleminden çıkan cümleler. Ama bir tanesi var ki, hayatın en temel gerçeklerinden birini çok güzel özetliyor: “Vicdan denen şey bağırsak gibidir. Sen uyurken de çalışır“ ! Diziyi izlerken bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz zaten. “Bağırsak gibi olan vicdanınız“ sizi de derin sorgulamalara itiyor, kendinizle hesaplaşmanıza neden oluyor. Ha, ‘sen ne diyorsun, ben zaten kendimle ve vicdanımla yüzleşmekten kaçıyorum’ diyorsanız; ‘zaten vuran vurmuş, daha fazla tokat yiyemem’ diyorsanız sizin bileceğiniz iş. Çünkü ‘dizinin attığı tokatlar’ bitmek bilmiyor. Yalnız, size bir şeyi daha garanti edebilirim. Neyi biliyor musunuz? “Bir dilek dilemeyi“! Bu diziyi izledikten sonra ne dileyeceksiniz biliyor musunuz: “İyi bir insan olmayı“…

Not: Bu Yazı medyalokum.com Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

Bir cevap yazın