Tarihi Dokuyan Sof Sergisi
Ankara’daki müzeleri açılan süreli sergiler nedeniyle yeniden gezmeyi severim.
12 Mayıs 2018’de Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) ve Rahmi M. Koç Müzesi işbirliğiyle bu müzede açılan “Tarihi Dokumak: Bir Kentin Gizemi SOF Sergisi”ne geç de olsa gittim.
Çengelhan (1) ve Safranhan’ın (2) birleşiminden oluşan müzeyi sıcak bir temmuz gününün öğle saatlerine denk getirdim.
Küratörlüğünü Filiz Yenişehirlioğlu ve Gözde Çerçioğlu Yücel’in yaptığı SOF Sergisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Ticaret Odası, Hollanda Ankara Büyükelçiliği, Ströer Kentvizyon, Türk Traktör’ün katkıları ve UNESCO’nun desteğiyle açılmış. sergi 16 Eylül 2018 tarihine kadar devam edecek.
Sof (ya da mohair) yani parlak, yumuşak, incecik ve pırlanta kıymetindeki kumaş anlamına geliyor.
“Dünyanın en güzel keçileri Ankara’nın köylerinde beslenir. Ankara keçileri beyaz renkleri ipek kadar ince, doğal olarak kıvırcık 8-9 parmak uzunluğunda kıllarıyla göz kamaştırır. Bu keçilerin kıllarıyla birçok güzel kumaş özellikle de soflar dokunur. Ne var ki iplik haline getirmeden, keçinin postunu kentin dışına çıkarmak yasaktır, çünkü kentin insanları yaşamlarını bu işten kazanmaktadır.” (Joseph Pitton de Tornefort, 1701) |
Anadolu’da Ankara ve çevresinde yetişen Ankara keçisinin tiftiğinden üretilen parlak, yumuşak, incecik ve lüks bir kumaş olan ve birçok ülkede ‘mohair’ denilen tiftik ipinden üretilen ‘sof’un, 16. Yüzyıl’dan itibaren Avrupa’nın önemli ticaret merkezlerinde ticareti yapıldığını, Ankara’nın iktisadi ve sosyal tarihinde çok önemli bir yere sahip olduğunu öğreniyoruz, bilgilendirme panolarından.
Yönetmenliğini Kerime Senyücel’in yaptığı Ayaş ilçesindeki Ankara keçisi yetiştirme çiftliğindeki üretimine ve Tosya’daki sürdürülen tiftik dokumacılığı geleneğinin kese ve kuşak üretimine ilişkin iki belgeseli, sergide izlemek keyifliydi. Sergide tiftiğin on farklı renkte boyanmış örneklerini görmek de öyle.
İngilizlerin ‘diamond fiber’ dediği bu tiftik ipliğinden üretilen kumaşlardan dikilen ve vitrinlerde sergilenen giysilere hayran olmamak mümkün değil.
Çocukken halamın enstitü pazarına dikiş malzemesi almaya gönderirken, -elbise-etek astarı için kullanacağı- ‘sof’ istediğinde, sakın ‘beatris’ alma, diye tembihlediğini hatırladım, sergiyi gezerken. Yün kuşak ile ipek keselerin de sof karışımı elyaftan üretildiğini de bu vesileyle öğrendim.
|
Bakırcı, şapkacı, tiftikçi, saraç, marangoz, eczane
Müzede insanı ‘erken cumhuriyet döneminin aydınlık ve mütevazı yıllarına’’ götüren esnaf sokağında Ankara’da unutulmaya yüz tutmuş esnaf kollarına dair mekanları gezerken çocukluğumun Söke’sine giderim, her defasında.
Örs ve çekiciyle tezgâhta çalışan –silikondan yapılma heykel-, bakırcının yer aldığı Bakırcı dükkanında sergilenen bakır objelere hayran olurum, her defasında. Tren ve gemi modelleri yapımcısı İsmail (Atsürer) Amcanın atölyesindeki –dedesinden kalma– pedallı torna tezgahı ve el aletlerinin büyük çoğunluğu 19. yüzyıldan kalmadır, mesela.
Şapkacı dükkanını taş plaktan yükselen ezgiler eşliğinde gezerken yine, sergilenen şapkalara sahip olamadığıma hayıflandım. Ali Rıza Erkan’a ait olan Marangozhanede sergilenen aletler günümüz teknolojisine ne kadar uzak diye düşünürüm. Tiftik ve Tiftik Mamulleri ticareti yapan Bulgurluzadelerin ticarethanesi çok başarılı canlandırılan bir bölüm. Alirıza Eczanesindeki eczacılığa dair araç-gereçleri de keyifle incelerim, her defasında.
Atpazarı mevkiinde bulunan müzede saraç bölümü de canlandırılmıştı. At sesleri eşliğinde eski koşum takımı, eyer, çıngırak, kemerlik, heybe, at başlığı vb. donanım yer alıyor.
Müzede en çok anı para basma makinasını sevdiğimi eklemeliyim bu yazıya. İçine üç adet bir TL attığımda, kol gücüyle çevirerek bastırdığım parayı torunum için saklayacağımı da.
Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşı olan Albay Halil Nuri Yurdakul tarafından bir araya getirilen ve müzeye bağışlanan Atatürk’e ait özel eşyalarının sergilendiği bölüm de kanımca çok özel bir bölüm.
Lokomotif, araba, motosiklet, bebek arabaları…
Müzede Princess Elizabeth Lokomotifi (1937) tersane, maden ocağı ve fabrikalarda kullanılan Endüstriyel, Tendersiz Lokomotifi, TCDD-46235 Lokomotifi (1952) de görmek mümkün.
Sergilenen arabalara uzaktan bakarken kafamdan geçen tek duygu onlardan birine binip, gitmek… 1918 yapımı Ford Model T, 1924 yapımı Hispano Suiza, 1:18 ölçekli 1913 Mercer 35J Raceabout, Austin J40 Pedallı otomobillerden biriyle mesela…
Sergilenen motosikletler de yüreğini cezbediyor insanın, ayna gibi pırıl pırıl hepsi zira. İlkokulu bitirdiğim yaz komşunun oğlundan kiralayarak bindiğim ve Söke Çayı kıyısında binerken, karşıma çıkan faytona yol vermeye çalışırken gaz keseceğime gaz verince çaya uçmaya ve parçalanmaya ramak kaldığım geldi aklıma; Java marka devasa –hem de kırmızı– motosikleti görünce.
Sadece çocuk bisikletleri ve bebek arabalarını görmek için -bile- bu müzeye gidilir desem, biraz fazla iddialı olacak ama… Çok güzeller ve de konforlu.
Tekne, denizaltı, teleskop, Abdülcanbaz…
Sergilenenler arasında balıkçı teknesi modelleri, denizaltı modeli, deniz uçağı modellerinin yanı sıra civalı redresör, usturlab, yansıtıcılı teleskop, fonograf replikası da var. Film makinaları, envaı çeşit fotoğraf makinası, hesap makinası, daktilo makinası da var. Baston koleksiyonu da. Ve hatta Turhan Selçuk’un efsane çizgi tipi Abdülcanbaz da var.
Banklarına oturup sessiz film izleyebileceğiniz minnacık bir sinema salonu da, önündeki sandalyeye oturup müze hatırası çektireceğiniz fon perdesi de, yüzündeki oyuntuya kafanızı yerleştirip foto çektireceğiniz kartondan maket de var.
Müzedeki 1880 yapımı kuyruklu küçük piyano öyle şirin ki… Geo. Salter&Co. Ltd. tarafından 19-20. Yüzyılda üretilen ölçü aletlerinden biri olan tartı teknik olarak çok iyi olabilir ama ben üzerindeki yazıya takıldım en çok…
Hayallerle dolu küçük evler
İtiraf ederim ki; müzenin en cazip, en keyifli, en çok zaman harcanası bölümü küçük bebek evleri. İçi hayallerle dolu evet ama ona bakarken sizi de o hayallere ortak ediyor. Yakın gözlüğümle baktığım halde göremediğim öyle çok detay eşya vardı ki içlerinde.
Antalyalı sanatçı Sadrettin Savaş Rahmi Koç’un siparişiyle muhteşem bir seramik biblo koleksiyonu hazırlamış; her biri ayrı güzel…
Mayıs 2015’de yitirdiğimiz tiyatro ve sinema sanatçısı Zeki Alasya’nın bir araya getirdiği Gülen Buda heykelleri, sanatçının anısına kızı ve eşi tarafından müzeye süreli olarak verilmiş. Öyle güzel ki, envaı çeşit Gülen Budalar… Hele ki Zeki Alasya yüzlü kocaman Buda…
Hayata kaçtığım üç saat
Kendime ayırıp müzede değerlendirdiğim üç saatin güzelliğini, müze cafede içtiğim kahve ile yediğim kekle ve müze mağazasından aldığım bez çantayla taçlandırdım. (ŞD/HK)
(1) Çengelhan (1522–1523), Ankara Kalesi’nin ana giriş kapısının karşısında, At Pazarı mevkiinde. Kareye yakın dikdörtgen planlı mimarisiyle klasik Osmanlı kent içi han örneği. Koç Holding kurucusu Vehbi Koç’un iş yaşantısına bu handaki bir dükkanda başlamış. Ankara Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden kiralanarak restore edilen han, Nisan 2005’te Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı’na bağlı bir müze olarak hizmet veriyor.
2) Bir Anadolu kervansarayı olan Safranhan (1511), Ankara’da sof ticareti bitince, Osmanlı Devletinin son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında cezaevi olarak, saha sonraları da depo olarak kullanılmış. 2012 yılında Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından satın alınarak restore edilen han 2016 yılında müzenin uzantısı olarak ziyarete açılmış.
Adres: SOF sergisi Necatibey Mahallesi, Depo Sokak, No: 1 Altındağ – Ankara adresinde, Salı – Cuma günleri 10:00 – 17:00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.
* Yazıdaki bakırcı, şapkacı ve saraç fotoğrafları müzenin sitesinden alınmıştır.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.