Sığacık, Lotus Çiçeği, Yıldız ve Anekreon
Yazın son günlerinde kısa süreliğine yolum düştü; Seferihisar-Sığacık’a. Teos Antik Kentini gezdik hızlıca, sincaplarla birlikte. Yol arkadaşım Fatma “seni Teos’la ilgili kitap yazan ‘Giyom’la tanıştırayım” deyince gittik, işlettiği mekana.
Giyom ve arkadaşı Figen güler yüzle karşıladı bizi. Türkçe, İngilizce, Fransızca sözcüklerle beden dilinin birbirine karıştığı, müziğin de eşlik ettiği bir saat kadar süren sohbetimizde bolca kahkaha da vardı.
Guillaume Albert Houriet, kısaca Giyom, İsviçre vatandaşı. Politikacı. Yazar. İş bu söyleşinin yapılma nedeni yaşadığı yere aşık olan Giyom’un “2500 yıl öncesinin zengin bir İon kenti ve antik dünyanın şarap tanrısı Dionysos’a adanmış en büyük tapınağın bulunduğu Teos’ta, 25 asır önce yaşayan ve kentin ünlü sakinlerinden Anakreon’u tekrar yaşama döndürerek” günümüzde, Teos’un mirasçısı Sığacık’ta geçen “Sığacık’ın Küçük Perisi Yıldız (**)” adında tarihi bir roman yazmış olması.
“Giyom kim?” diye sordum ilkin. “Google’a bak!” deyip kahkaha attıktan sonra devam etti: “İsviçre’de ‘Orta Parti’yi (Bağımsız Demokrat Parti) tutan, 26 yaşında milletvekili olan, dört dönem milletvekilliği yapan, sonra Türkiye’ye, Sığacık’a yerleşen bir adam.” Sustu sonra.
Figen girdi araya. “1988’de gelmiş buraya. Bu ev eski belediye binası. Burayı almış; eşiyle birlikte. Sonra da Sığacık’ın ilk barı olan ‘Apellikon Bar’ı açmış.”
Konuşmamız zorunlu kesintilerle sürdüğünden arada kitaba göz gezdirip Alain Besse’nin, Giyom hakkında yazdıklarını okuyordum fırsattan istifade. “İsviçre’de Bern yakınındaki Jura bölgesinde hareketli bir siyasal yaşamı olan, Jura ayrılıkçılığına karşı çıkan, 1982-2007 arasında Groupe Sanglier’nin başkanlığını yapan, İsviçre’de saldırılara uğrayan ve tehditler alan (…), küçük yaştan beri hazinesi olan babasının dört bin ciltlik kütüphanesini ve aile arşivlerini muhafaza etme mücadelesi veren (…), 7 Ocak 1932’de Courtelary’deki evi Jura ayrılıkçılarınca bombalandığında kütüphanesi zarar gören (…) kütüphanesini halen Bex’deki bir mahzende saklayan (…)”
“Orta sağ-orta sol bir partinin milletvekiliydim. Solun güzel bir fikri varsa benimserim, sağın da öyle… Her iki tarafın iyi yönlerini alırım. Türkiye’de sağdan soldan bir sürü siyasi parti lideriyle tanıştım, tartıştım. Bir gün kafedeyiz, bir milletvekili geldi yanıma, ‘Kahve içmen gereken biri var’ dedi. Gittik. Karşıma hiç ummadığım bir siyasi parti lideri çıktı. Oturup konuştuk epey uzun. Karım geldi yanımıza sinirli. ‘Hadi çok uzattın gel artık.’ dedi. Karımın hiç sevmediği bir liderdi, çünkü. Boşandığım karım Türkiyeli. Şimdi o İsviçre’de, ben Türkiye’de yaşıyorum. Altı ayda bir gidip geliyorum İsviçre’ye.”
“Giyom için Sığacık’ın anlamı ne?” diye sorduğumda, offf çekip devam etti: “Sakin bir köy arıyordum, yerleşecek. Türkiye’nin değişik yerlerine bakındım bu gayeyle. Buraya geldim ve bir saat içinde bu evi almaya karar verdim. Geldiğimde buraya yol bile yoktu. O dönem Kuşadası yolu yeni açılıyordu. Bir arkadaşımın adına aldığım bu evi onartıp, oturmaya başladım işte.”
“Sığacık halkı kabullendi mi seni, kolayca?” sorumu gülümseyerek yanıtlıyor: “Problem olmadı hiç. Sığacıklılar iyi, sıcak davrandı bana. Yerleşen ilk yabancıydım buraya. Eeeee, bir de ilk yabancı damat. Belediye Başkanı da iyi davranıyor bana. Gelen diğer yabancılara destek oluyorum. İhtiyacı olan yöre halkına da yardımcı olduğumdan, benim hayatımı kolaylaştırdılar. İsviçreli arkadaşlarım beni burada gördüklerinde şaşkına dönüyorlar. Niye? İki küçük restoranın olduğu küçücük bir yer ya burası, ondan. İlk arkadaşım buradaki restoranlardan birinin sahibi, mesela. İnsanlar arasında hiç ayrım yapmadım, yapmam da. Bütün dünyada böyle olmalı. İnsan tezatındaki insanlarla konuşabilmeli. Tuvalet bekçisi en yakın arkadaşlarımdan biri mesela. Çünkü ben insanlar içine girerim. ”
Figen giriyor devreye: “Sevmediği bir insan gördüğünde çenesini parmaklarıyla tersten okşar” deyip taklidini yapınca Giyom kahkaha atıyor. “Türkçeyi çok iyi anlıyor, ama işine gelince. Gazete okur, televizyon izler” diye ekliyor Figen.
Kitabı elime alıyorum yine. İlk sayfada Teos’lu Anakreon’un “Sen git dövüş,/Ben içiyorum” dizeleri var, arka sayfadaki Victor Hugo’nun “Ozan Anekreon” adlı şiirinin son dizeleri vuruyor beni. “Çoğu zaman güneş yorgunu bizler, severiz/ Dağlardan süzülen dereden su içivermeyi.” Kitap “Küçük Perime” ithaflı. O peri kim acaba?
Alain Besse’nin önsözde yazdığı “Guillaume Albert’in Anekreon’la ortak noktası yaşam sevgisidir, dostluk tutkusudur, kadınlardaki ilahi güzelliğe olan hayranlıktır, elbette iyi şarap ve güzel yemek merakıdır da. Apellikon ile ortak noktası ise, siyaset tutkusunu ve bunun tehlikelerini paylaşması, bir yola baş koymaya ya da riskli yolculuklara düşkünlüğü ve kitapseverliğidir” cümlelerini okuyunca bir saatlik sürede bu insanı tanımak güç diye düşünüyorum.
“Küçük Peri kim?” diyorum işini bitirip yanıma gelen Giyom’a. “Ailemle Türkiye’ye gelirdik yaz tatillerinde. 12-13 yaşında, Ayvalık’ta, Atatürk Parkı’nda tanıştım o küçük kızla. Hiç unutmadım onu. 20 yıldır görüşmediğim bir arkadaşımdan öğrendim; küçük perinin 10 yıl önce öldüğünü.” Oluşan sessizliği Figen bozuyor: “Çok vefalıdır. Tanıdığı her insanla bir şekilde sürdürüyor ilişkisini.”
“Şimdiki Sığacık’la geldiğin yıllardaki Sığacık arasındaki fark? ” diye sorduğumda yine offffff çekiyor, yüzünü ekşiltiyor ve “Çooook… Benim kalbim çalındı. Deniz, Sığacık için çalındı. Aktüel politikayı sevmiyorum. Hırsızları sevmiyorum. Liman yapıldı, Sığacık’ın denizi çalındı. Ekmeksiz Koyu Ruslara gitti, Akkum Koyunu Çeçenler çaldı. Deprem olmasını istiyorum ama sadece limanı yok edecek bir deprem olmasını istiyorum. Bir de onu kullanan insanları” deyip, tezgahta duran kitap ve kalemi alıyor eline.
“Bir bahçede, bir öğle sonrası, dökülen sonbahar yaprakları altında, yasemin kokuları içinde, bira eşliğinde” notu düşüyor, “Biz de bilmek isteriz, ama eğlenceli bir şekilde anlatılırsa” diyen küçük çocuklar için yazdığı kitabı(n-m)ın ilk sayfasına benim için.
Vedalaşırken “Kitabın 68. sayfasına bak, limanla ilgili düşüncelerim var orada” diyor. Arabaya bindiğimde okuyorum hemence.
“Yıldız kendini iki arada bir derede hissediyordu. Manzaraya göz gezdirirken hem mutluluk hem endişe duyuyordu. Sevdiği küçük ağacı örten şu ilan, şu yarı-çıplak turist kalabalığı, yandaki Migros’tan aldıkları malların kutularını yerlere atan şu ne idüğü belirsiz insanlar. Bazı inşaatlar içini burkuyordu onun. Bütün bunlar geçer diye söylendi… Anekreon katıldı ona. ‘Kaşlarımızın tam üstüne, koyalım/ şu ince maydanoz taçlarını,/ ve pirimiz için, büyük piri için şarabın,/ harikulade âlemler yapalım’ (…)“
Çok yıldızlı bir İzmir gecesinde, balkonda melisa kokuları içinde antik Teos’un masalını ve şimdiki Sığacık’ı anlatan kitabı bitirdiğimde yürekten hak veriyorum Anekreon’a ve aracısı Giyom’a.
“Bir cananı yağmalar gibi,/yağmaladım köyümü.” (ŞD/ÇT)
—
* Şadiye Dönümcü. sosyal hizmet uzmanı.
** Guillaume Albert Houriet. Sığacık’ın Küçük Perisi Yıldız. Çev: Haldun Bayrı. Seferihisar Belediyesi Kültür Yayınları No:7. Haz.2012
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.