Sesi Var ``Memleket Garları``ndaki Trenlerin
“Ne zaman yolum bir şehre düşse o şehrin garını görmeyi, bekleme salonunda zaman geçirmeyi, görevlilerle vakit geçirmeyi, rayların yanına yöresine serpilen çakıl taşlarını avuçlamayı adet edindim.
“Duvardaki Zenith marka saatlere bakmayı, bilet gişesine elimi uzatmayı, duvardaki hareket saatlerini gösteren panolara bakmayı, hâlâ çalışıyorsa lokantasından yemek yemeyi, garların yanında yöresinde hayat süren çay bahçelerinde oturup yaklaşan trenlerin sesini dinlemeyi terk etmedim” diyor Kemal Varol, 14 yazardan derlediği Memleket Garları (*) kitabının önsözünde.
Üç gün üç gece süren ‘yataklı’yla yaptığı ilk tren yolculuğundan aklında İstanbul’dan çok, geçtikleri karlı yolların, köprülerin, tünellerin, garların izinin kaldığını söyleyen Kemal Varol, bir demiryol(c)u çocuğu kimliğiyle anlatıyor.
“Babam trenin neden hareket etmediğini tekrar tekrar anlatır ama benim sabırsız bacaklarım koltuğa basarak camın kenarındaki yemek masasına tutunur ve etrafı süzen şaşkın gövdeme dayanak olurdu.
“Yol tutmasına iyi gelen nane şekeri, ilk kez gördüğüm oyuncaklar, trenin beklediği şehirle özdeşleşmiş yiyecek satan seyyar satıcılar, etrafta dolaşan dilenci ve deliler bir trenden inip diğerine binerken daha da sabırsızlanır ve daha gerilere, demiryolu lojmanlarının penceresinden garda bekleşenleri izleyen memur ve işçi çocuklarıyla, yani yolun sahibi olmalarına rağmen yola çıkamamış çocuklarla, göz göze gelirdim.”
Memleket Garları kitabıyla çıkılan tren yolculuğunun başlangıç garı Haydarpaşa. Ana garları ise; Basmane, Ankara, Samsun, Adana, Eskişehir, Erzurum, Diyarbakır. Ara garları: Hadımköy, Akhisar İskenderun, Batman… Son gar: Kurtalan.
“İyice çekip ciğerlerime / Yolcu vagonlarının kokusunu” (**)
“Haydarpaşa ve Sirkeci Garları” ile “Hadımköy Tren İstasyonu’nu araştıran ve görsellerle destekleyerek yazan Yonca Kösebay Erkan “Haydarpaşa ve Sirkeci garları herhangi yasal bir düzenleme olmaksızın kendi kendini koruyup ayakta kalmayı başarabilmiş. Arzulanan; tren düdüklerinin yerin altında değil, kentin kalbinde duyulmağa devam etmesi” diyor.
Hadımköy İstasyonu için ise “Kadınların-erkeklerin, milletlerin-muhacirlerin, prenslerin- sultanların, askerlerin-çocukların, hastaların-şehitlerin, savaşın-barışın kesişim noktası” diyor.
“Altı vagonduk arka arkaya / Altı korkmuş yürek” (**)
Orhan Berent‘in “Basmane Garı”nı anlattığı yazısındaki “Tren 4. yola girer ve yolcular inerdi. Biz tam lokomotifin yanından geçerken tren boşalmış olur ve geri geri manevra sahasına gitmek için hazır olurdu. Ve keskin bir düdük çalıp bham bham bham diye lokomotifin harekete geçmesi beni çok korkuturdu” satırlarını okurken aynı yerde aynı duyguları hissettiğimi anımsadım.
Haydar Ergülen “Eskişehir garla başlar. Bizim limanımızda orasıdır, havaalanımız da. Merkez istasyonu da olması şart değil hem, iyiliğin ara istasyonudur. Bütün iyilikler orada toplanır, buluşur ve oradan yayılır” derken, Mehmet Aycı, “Ankara’nın garına bak”tırdığı yazısının sonunda bizi Gar Lokantası’na kahve içmeye davet ediyor. Mustafa Uçar ise “Bu tren bir hayattır” deyip bizi kırmızı-beyaz dizel lokomotif Çukurova Mavi Treni’ne bindiriyor Oso’yla birlikte.
“Devlere meydan okuyor sanki / istasyona her yaklaşan tren(**)
“Nehirler ve kapılar şehrinden Gar hikayeleri” anlatan Sıddık Akbayır bizi sadece Samsun’un garları ve istasyonlarıyla tanıştırmakla yetinmeyip, “Asri Bakkal”la, küçük tütüncü kızlarla, Avni Dilligil, Aliye Rona, Talat Bulut, İlhan Berk, Turgut Uyar. Hilmi Yavuz Orhan Gencebay, Yıldıray Çınar, Ferhan Şensoy‘la tanıştırıyor. Samsun Garı’nda tasarladığı “Çaltı” gazetesini büyük zorluklarla yayımlayan Oğuz Koyutürk‘e selam veriyoruz; Akbayır nezdinde.
Behçet Çelik‘le gidiyoruz “Adana Tren Garı”na. Bereketli toprakları, bir içimlik suya muhtaç insanları, Adanademirspor’u, Adana şimendifer grevini aktaran yazar, 1915’te bu gardan kalkan trenlerle sürgüne gönderilen Ermenilere bir sepet üzüm -bile- verilmesine izin verilmediğinin de altını çiziyor.
“Eteklerine tırmandığım / Tünellerinde saklandığım / Şu Toroslar’da çocuk (**)
“Gönlümün yurduna her yolculuğa çıktığımda işte, gelip bulur beni trenler… Ben de onlara doğru yürürüm” diyor Feridun Andaç “Erzurum Tren Garı”nı anlattığı yazısında. Bir zamanlar işçilere, toplumsal muhalefete hizmet veren İskenderun Garı’nın şimdilerde bir zamanlar uğurladığı, karşıladığı yollara göz attığını raylar üzerinde gelip giden trenleri aradığını yazmış; Erdoğan Yener.
Yazısının başlığında Diyarbekir Garı’na “Tren gelir, hoş mu gelir?” diye soran Şeyhmus Diken‘in kendine verdiği yanıttan öğreniyoruz; Diyarbekir tren yolu şimdilerde şehre “yük” olarak algılandığını ve bir şekilde şehir dışına taşınma telaşında olduğunu, gar ya da istasyonun kaderinin ise meçhul olduğunu yani trenin hoş gelmediğini.
“Kasaba garları bir hatıra kovanıdır. Batman Garı’nın uğultusu kulaklarımdan hiç eksilmedi” diyen Adnan Özer‘in yazısı, kırık leblebi, kavun-karpuz çekirdeği, buzlu su tadında.
Kurtalan Garı’na –kitabın sonuna– gelip, Enver Sezgin‘in ilk tren yolculuğunu okuduktan sonra kitabı elimden bırakıyorum.
***
Kendi trenlerimi, istasyonlarımı, yolculuklarımı yazmaya yaptığım sözcük sayımının sonucu cevaz vermeyince, hayal kuruyorum ben de.
Çocukluğumun Söke’sine, İstasyon Çay Bahçesi’ne gidip, bir ayağı çarpık ve mavi ekoseli örtüsü olan masanın kenarındaki tahta sandalyeye oturup buz gibi limonata ısmarlıyorum kendime.
Size limonata ısmarlamıyor, şarkı gönderiyorum. Bülent Ortaçgil söylüyor: İstasyon İnsanları. (ŞD/YY)
* Kemal Varol/ Memleket Garları / İletişim Yayınları / 219 sayfa
**Mustafa Uçar
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.