Prag Sokakları; Gündüzleri Taze, Geceleri Kurutulmuş Nane Renginde
Sokaklarında sevgililerin serçe ve güvercinleri barıştırdığı Budapeşte’den sonra uğradığımız ve sokaklarında ezilmiş akağaç yaprağı ve elma kokan bebeklerin gezindiği Bratislava’dan ayrılıp bana En Güzel Yaştaki İnsanlar Kulübü‘ne aktif üyelik artı bonus kazandıracak olan Prag’a doğru olan yolumuza devam ediyoruz.
Turumuzun yıldızları 17 aylık bebeğimiz Ada, 81 yaşındaki Ünzile Teyze dahil şarkılar söylüyoruz; yolun biteviyeliği azalsın diye. Bir süre sonra ağırlaşan göz kapaklarımın kapanmasına izin veriyorum.
* * * * *
Cep telefonlarına gelen mesaj seslerinden anlıyorum sınırı geçtiğimizi. Cem elinde mikrofon; başlıyor anlatmağa…
“Slovakya bitti. Çek Cumhuriyeti’ne geldik. Nüfusu 12 milyondan fazla. Başkent Prag’a Çekçe adıyla Praha’ya biraz sonra ulaşacağız. Praha, ‘kapı eşiği‘ demek. Buranın adı çok: Şehirlerin Anası, Avrupa’nın Kalbi, Masal Şehri, Altın Şehir, Doksanların Sol Bankası…
Prag; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu (1918) çökünce kurulan Çekoslavakya’nın da, Çek-o-Slovakya olduktan sonra kurulan Çek Cumhuriyetinin de başkenti. Orta Bohemya ve Elbe Nehrinin kolu olan Vltava nehrinin üzerinde kurulmuş. Nüfusu iki milyondan fazla ve her geçen gün artıyor. 72 milletten insan yaşıyor burada. 1992 itibarıyla UNESCO listesinde. Savaş sırasında kent zarar görmesin diye halk terk etmiş burayı. Tarih dokusu çok iyi korunmuş. Avrupa’nın ilk üniversitesi burada kurulmuş.
1938′de Nazi Almanya’sı tarafından işgal edilmiş. 1948′de Sovyetlerin denetimine girmiş. 1968’de Prag Baharı’nı karartan Sovyet tankları.. 1989′da önce öğrenci gösterisi olarak başlayan sonra halk hareketine dönüşen olaylar duvarların yıkılmasına, “Kadife Devrim‘e yol açtı.
1 Ocak 1993: Çek-o-Slovakya olduğu tarih. 2 Ocak 1993: Havel, Çek Cumhuriyetin Başkanı, Prag’ın başkent ilan edildiği tarih. 2004’te Avrupa Birliği (AB) üyesi oldu.
Avrupa’nın en çok turist çeken şehri olan Prag’da, turizm endüstriye dönüşmüş durumda. Her geçen gün daha fazla ilgi görüyor. Prag beş bölgeden oluşuyor: Kale bölgesi, Küçük Mahalle, Eski Şehir, Meydan Bölgesi ve Yeni Şehir.”
* * * * *
Prag’dayız. İlk ben iniyorum otobüsten. Ağzım açık, kafam yukarılarda, gözlerimi panoramik gezdiriyorum tepeden Prag’a. “Ohhh be, bir hayalin daha gerçek oldu Şado!” diyorum kendime. Arkadaşım Hürriyet’e dönüp “Af-ferin bize. 50(+)yaşta da olsa, geldik işte” deyince, onaylıyor beni keyif içinde.
Cem geliyor yanıma: “Budapeşte’de Aslanlı Köprü’yü yürüyerek geçememiştiniz ya. Şimdi o köprüden çok daha görkemli bir köprüden, Charles (Karl-Karel) Köprüsü’nden, geçeceğiz. Ve size kendimi affettireceğim” deyince gülümsüyorum.
Herkes otobüsten inip gölgede toplanınca Cem devam ediyor bilgi vermeye. “Birazdan, çooook uzun yıllardır Eski Şehir ile Küçük Mahalle’yi birbirine bağlayan adını Bohemya Kralı 4. Karl’dan alan köprüden geçeceğiz. Önceki adı ‘taş köprü’ imiş. 4. Karl Lüksemburglu, sekiz dil bilen, çok renkli bir insanmış. Araç trafiğine kapalı olan köprü 516 metre uzunluğunda. Genişliği 10 metre kadar. 16 kemer kalkan üzerine inşa edilmiş. Üç kulesi var. Üzerinde iki yönlü tam 30 heykel var. Üçü orijinal. Bunlardan biri; Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini anlatan heykel. Üçüncüsünde köle ticareti yapan bir Osmanlı figürü var. Bizim açımızdan önemli yani. Diğerleri gerçekten alınmış kalıplar. Müzede orijinali. Aziz John Nepomuk Heykeli dünyaca ünlü bir heykel. Gündüzleri, hele ki yaz aylarında, binlerce gezgin geçer buradan. Gece ise bir başka güzeldir” diye anlatımını sürdürmek istese de, sabırsızlığımızı anlayıp susuyor.
Ve köprüdeyiz. Hangi heykeli bakacağımızı, hangisini belgeleyeceğimizi bilemiyor insan bir an. İnsan selinde fotoğraf karesine bir başkasını hatta başkalarını almadan çekim yapmak mümkün değil. Sokak çalgıcılarının önünde kutularına para atıyor, ressamların önünde poz verenleri izliyor, hediyelik eşya fiyatlarını inceliyoruz. Osmanlı heykeli önünde sıra bekliyoruz bir fotoğraf karesi alabilmek için.
“Köprü bu kadar etkileyici ise, meydan nasıl acaba?” diyen Hürriyet’e “Bekle de gör” diyorum sanki daha önce gelmişim gibi.
* * * * *
Önümüze çıkan ilk döviz bürosunda para bozdurup, çıktığımda anlıyorum ki aldatılmışım. Geri dönüp, hakkımı aradığımda satıcının pişkin pişkin gülmesine sinirlensem de, parayı kurtardığım için ses çıkarmıyorum.
Güzelim sokaklarda yürürken, kafam yukarıda hep. Birileri bana çarptığında normal yürümeye çalışsam da; nafile. O kadar çok uyaran var ki. Binalar kartondan yapılma gibi. Her yer çok cazip. Kukla satıcıları sokaklarda gösteri yapıyor. Aklım; ilk gördüğüm cadı yüzlü kuklada. “Benim olmalı” deyip geri dönüyorum. Fiyatının 125 Euro olduğunu öğrenince, vedalaşıyorum cadıdan.
* * * * *
Rehberimizden “Saat 5’e çeyrek kala saat meydanında olmalıyız. Daha sonra gezeceğiz buraları” deyince adımlarımız hızlanıyor.
Ve saat meydanındayız. Her milletten yüzlerce insanla birlikte saatin 5 olmasını beklerken, Cem yine bilgilendiriyor bizi.
“Bu tarihi saat; Eski Şehir Meydanı’nın yüreğidir. Her gün 06-21 arası saat başlarında burası gösteri yerine döner. Ortaçağ’da Annuş(Hunus) Usta tarafından yapılmış. Rivayet olunur ki usta bu saati “Her insan bir gün geldiği yere yani toprağa geri dönecek” mesajını verme kaygısıyla yapmış.
Saatin ünü bütün Avrupa’ya yayılınca Prag’ın ziyaretçisi öyle bir artar ki… Ustanın ünü, Kralın bile önüne geçer. Kral; Annuş’un bir çok teklif aldığını ve reddettiğini bilse de, ‘olur a başka bir yere yapar’ kaygısıyla büyük ustanın gözlerine mil çektirir. Kör olmayı kabullenemeyen ustanın, kendini saatin mekanizmasına atarak intihar etme nedeninin saati bozmak olduğu söylene gelir. 50 yıl bozuk kalan saat daha sonra bir şekilde onarılır.
Saat; astronomik. Güneş, dünya ve Ayın konumunu gösteriyor. Dış tarafındaki rakamlar İbranice. Niye? Meydanın bir paraleli Yahudi mahallesi. Şıklık yapmış; Babil saatini ekleyerek. Saat çevresinde dört kukla var. Sol başta elindeki aynayla kendine bakan kukla, kendini beğenmişliği, yanındaki elinde altın kesesi olan Yahudi kukla cimriliği, sağ içteki bir elinde kum saati tutan iskelet kukla yaşama karşı isteksizliği, en sonda elinde mandolin benzeri bir alet tutan ve Osmanlı’ya benzetilen adam kuklası ise gece hayatına ve sefahate düşkünlüğü sembolize eder.
Usta ‘kendini beğenme, cimrilik yapma, yaşama katıl ama sefahate düşme’ diyerek tüm insanlığa ders vermiş. Saatin altındaki kuklalarla da tüm insanlığı uyarıyor: Bilim, adalet, astronomi ve eğitime önem verin” diye. Her saat başında, İsa’nın 12 havarisi pencere önünden geçip, horoz ötünce gösteri de biter” dediği anda hareketlilik başladı alanda.
Ve saat tam 5. Çan ötünce, gösteri başlıyor. Yüzlerce insanın kafası yukarıda, ağzı açık ve heyecan içinde. Çığlıklar, ıslıklar, öpücükler yükseliyor yukarılara. Şampanya patlatanlar, sevgilisiyle öpüşenler, yanındakilere sarılanlar var. Kısacık sürede dağılıyor kalabalık; bir sonraki saat başında buluşmak üzere.
Kahve içeceğimiz bir yer ararken yanımıza gelen Cem “Karl Köprüsünü anlatırken oranın astronomiden yararlanılarak, 1 3 5 7 9 7 5 3 1 düzeniyle yapıldığını söylemeyi unuttum. Güya ilk taş ta 1357 yılında, dokuzuncu ayın, yedinci günü, saat: 05.31’de konulmuş. Söyleyenlerin, yazanların yalancısıyım. Habire not alıyorsun ya; eksik kalmasın yazacakların. Bu meydanın çok eskilerde idamlara tanık olduğunu da yazabilirsin.”
* * * * *
Akşam saatlerinden sonra meydan festival alanına dönüşüyor. Yöreye özgü envai çeşit yiyecek, içecek özellikle ve elbette bira, hediyelik eşyalar. Ne alacağına, ne yiyeceğine karar vermekte zorlanıyor insan.
Çevredeki binaların mimari tarzı gotik. Fotoğraf çekmekten vazgeçtim; çünkü o güzelim detayları olan binaları bir kareye sığdırmak benim gibi amatör birinin işi değil. Gözlerimle dondurup, belleğime attım tümünü.
Yahudi mahallesinden gece geçtik ve zaman yönetimindeki aksama yüzünden bir kez daha gidemeyince ne Yahudi mezarlığını, ne Pinkas Sinagogu’nun meşhur iç duvarını ne de soykırım sırasında Terezin Toplama Kampındaki Yahudi çocuklarının yaptığı resim sergisini görebildik.
Protestanların lideri iken, Katoliklere karşı savaşırken yakalanınca bu meydanda yakılan Juan Huss Heykelini, Kinski Malikanesini, 14. yüzyılda yapılmış ve Kafka’yı etkilediği söylenen Lady Tyn (Meryem Ana) Katedrali ile onun 80’er metrelik kadın ve erkeği temsil eden kulelerini, Prag Kalesini ve onun Çek Cumhurbaşkanı ofisi olarak kullandığı bölümü ve meydanını, Kraliyet Sarayını, Bohemya krallarının taç giyme töreni sırasında yürüdüğü Kraliyet yolunu, Schwarzenberk Sarayını, Başpiskoposluk Sarayı olarak kullanılan ve sadece Paskalya öncesindeki Perşembe günü ziyarete açılan Toscana Sarayını ve onun yanındaki Avrupa Sanatları Ulusal Galerisini, Oyuncak Müzesini, Gotik tarzın şahikası olan Aziz Vitus Katedrali’ni ve ille de onun vitraylarını ve adını not alamadığım ya da adını bile duymadığım bir çok binayı-mekanı doğru dürüst gezebilmek için bu kente çok zaman ayırmak lazım ve bu turla yapılamıyor maalesef.
Gerçek adı “Neftalí Ricardo Reyes Basoalto” olan ancak onun yerine “Pablo Neruda” adını kullanan Şilili ozanın “Neruda” soy adını Çek ozan-yazar Jan Nepomuk Neruda’dan aldığını söyledi tur arkadaşımız İlhan Bey. Her iki Neruda’yı yazının tam bu yerinde selamlayım yazmaya devam edelim.
Yaşadığı mahalleyi ve insanlarını “Küçük Mahalle’nin Dedikoduları” adlı kitapta toplayan Jan Nepomuk Neruda’nın adı daha sonra oturduğu sokağa verilmiş. Bu sokak görülmeden olmaz. Niye? Bu sokaktaki evler plakalı. Evet, evet plakalı. Hane numaralaması olmadığı dönemde başlamış uygulama. O evde yaşayan insanları tanımlayan doğal olarak her biri diğerlerinden farklı plakalar. Öyle sevimli ki…
Kale’deki Altın Yol (Golden Lane) Sokağındaki rengahenk boyalı iki-üç katlı lokum kutusu evler de görülmeğe değer. Şehrin her tarafından görünen 62 metre yüksekliğindeki Petrin Kulesi’nin yer aldığı parkta kendimle yalnız kalıp, en azından bir adet sigara içememek içimde ukde kaldı.
* * * * *
Prag’da o kadar çok galeri, konser salonu, opera binası, tiyatro merkezi, sinema ve müzik kulübü var ki… Elbette bir kısmını hiç göremedik, bazılarının da sadece önünden geçebildik, şöyle bir bakarak. Ulusal Galeri’yi gezemediğime, Laterna Magika ile kukla tiyatrolarının sergilendiği Ulusal Marionette Tiyatrosu’nda bir gösteri izleyemediğime yanıyorum şimdi.
Akla gelebilecek her türlü kültür ve sanat olayına mekan olan Prag’da bunlardan birisine bile tanık olamamak şanssızlığımdan. Kafka Cafe’de bu saatte yer bulamazsınız” diyenleri dinleyip, oraya gitmeyi bir başka ‘Prag Baharı’na erteledik.
Tadılamayan yiyecek ve içeceklerin telafisi yapılabiliyor da, mekanlar için böyle bir şans yok. Mesela Prag’ın sadece birini değil, pazar yerlerinin tümünü görmek isterdim; Prag’ın gece yüzünü görmeme tercihimizi kullandık; “bu gençlerin yapacağı iş” diyerek. Kentin çok lüks olan Parizka (Paris) Caddesinde minik bir tur attık; işimiz olmaz deyip.
Adını bilmediğimiz sokaklardaki dükkanlarda kristal, cam ve porselenleri, Çek boncuk ve mücevherleri, kuklaları, tahta oyuncakları, geleneksel el sanatı ürünlerini elimizdeki kağıt helvaları yerken seyretmekle yetindik. Yöreye özgü vitavin taşından yapılma küpe, granat taşından yapılma kolye ucu biraz pahalıya mal olsa da “gezginin cebi daima açık verir” deyip, vicdanımızı rahatlattık.
Yankesicilerle, evsizlerle, dilencilerle, sokak çalgıcılarıyla, yayan döviz bozucularla, para ve sigara hatta marihuana isteyen gençlerle, soğuğa rağmen hafif giyinmiş o güzelim Çek kızlarıyla ve seyyar satıcılarla dolu sokaklarda, yoğurtlu dondurmamızı yalayarak ve kendimizi çok ta güvende hissetmeden, yürüdük. Biz, metro kullanmasak da, tur arkadaşlarımızdan kullananlar memnundu halinden.
Ortaçağ tavernası’nda yiyeceğimiz yemek programı turdan katılım azlığı nedeniyle iptal edilince ‘polocinklo’ ve ‘langos’ ile doyurduk karnımızı.
* * * * *
“Prag, delisiyle meşhurdur” demişlerdi bize. Onları haklı çıkaracak olan bir ‘deli’yle, ilk akşam gittiğimiz folklorik Çek Gecesi yaşayacağımız lokantanın önünde otobüsten indiğimizde, karşılaştık. Evinin karşısına aracın park edeceğini düşündüğünden ya da başka bir nedenden üzerimize yürüyen ‘Gulliver’ cüsseli adamın dilini anlamasak da, vücut dilinden ve ses tonundan, hepimizin değil sülalesine, dünyadan gelmiş- geçmiş- geçecek tüm insanlara küfrettiğini anlamak zor değildi.
Harika müzik yapan bir topluluğun bize öğrettiği şarkıların nakarat bölümlerine eşlik ederken, yerel danslara en azından oturduğumuz yerden katılırken yediğimiz yöreye özgü yemekleri eritmeyi başardık.
Ve Karlovy Vary
Bu kasaba Prag’a iki saatlik uzaklıkta. Adı ‘Karlsbad’ yani ‘Kralın Banyosu’ anlamına geliyor. Geyik avına çıkan 4. Karl (Charles yani), bir geyiği kovalarken biçare hayvan uçurumdan atıyor kendini. ‘Her şerde bir hayır var’ lafını ora insanı bilmeyebilir ama öyle olmuş. Öldürülmek yerine intiharı tercih eden o geyik sayesinde şifalı su kaynakları keşfedilmiş.
Karlovy Vary’deki sıcaklığı 75 dereceye ulaşan 12 kaplıca suları, yıllar boyu bir çok politikacı ve ünlüye, hatta 1918′de Mustafa Kemal’imize de şifa vermiş. Atamızın, Freud ve Marks’ın ve diğer ünlülerin kaldığı yerlere plaketler asılmış. Kaynak suyundan içmece olarak yararlanabilmek için porselenden yassı çaydanlık benzeri kupalar üretmişler.
Hastalar –ki artık daha çok turistler- kasabayı gezerken, Termal Kaynak Kolonadı’ndan (çeşme binası yani) farklı ısı derecelerindeki çeşmelerden kupalarına doldurduğu suyu yudumlayarak geziniyor. Bir kez içmek işe yaramasa da bu ‘olmazsa olmaz’ ritüel yapılmalıydı. Market Kolonadı’ndaki termal su gösterisini izlerken, sıcacık kağıt helvalarımızı yedik. 13. kaplıca suyu ise Becherovka. Şifalı su, değişik bitki özleri ve alkolle yapılan Becherovka’nın mide hastalıklarına ve gribe iyi geldiğini öğrenince tatmayı ve almayı ihmal edemezdik.
Grand Pupp Otel’in tüm kasabaya hakim manzarasına ve mimarisine, aynen korunan güzelim rengahenk evlerine, Karlovy Vary Film Festivali’nin yapıldığı ve içini göremediğim Şehir Tiyatrosu binasına hayran kaldığımı, Sovyet döneminde festival konukları için yapılan devasa ve mimari rezaleti otel binasının dokuyu bozduğunu da söylemeliyim.
Nehrin iki tarafındaki bilumum dükkanları, Moser Kristal Mağazasını şöylesine, kasabanın harika kitapçılarını büyük keyifle gezdik. Yürümekten yorulduğumuzda Aslan Asker Şvayk heykelinin yanına oturup, aslan arkadaşımla sohbet edip, anı fotoğrafları çektik. Fenikülere binemedik; saatleri tutmadığından. Maria Magdelana Kilise binası da çok etkileyiciydi. Mantar çorba, şinitzel ve strudel yediğimiz lokantanın binası ve dekoru hoş, tatlı hariç yemekleri sıradandı.
Sanatoryum ve çok sayıda otel bulunan kasaba, UNESCO kapsamında. Tur otobüsleri kasaba dışında park ettirilip, bedava olan ve elektrikle çalışan otobüslerle kasabaya ulaşmaları sağlanıyor. Dönüşte bindiğimiz otobüste yaptığımız şamata nedeniyle, yerel halk tarafından kınandığımızı anlamak zor değildi.
Tur otobüsümüze binip, yola çıktık. Türkiyelilere ait bir mücevher fabrikasını gezmek için mola verdiğimiz sırada uyandım. Tur arkadaşlarımız için su, ekmek kadar gereksinimmiş meğer mücevher. Başta yöreye özgü granat taşı olmak üzere her türlü değerli ve yarı değerli taşın kullanıldığı mücevherlerin sergilendiği salonlarda, Hürriyet’in küpe-kolye ucunu aldıktan sonra, malum nedenlerle fazla oylanmayıp, kafeteryasında oturmayı tercih ettik.
* * * * *
Bana “Prag’ın rengi ne?” diye soracak olursanız, “gündüzleri taze nane, geceleri kurutulmuş nane rengi” derim. Ama kokusunu bilemeyeceğim; doğada bildiğim şeylerden koyabileceğim bir ad bulamadım.
Prag’da yaşadığım ya da gördüğüm güzelliklerin tümünü, maddi hata yapmadan yazmakta zorlandım ve bir sürü şey eksik kaldı biliyorum. En iyisi ben yazıyı bitirip, dua edeyim.
“Prag’ı görmeyenler görsün, görenler bir daha bir daha görsün. Ve bu duam bana da dönsün” diye. “Amin” dediğinizi duyar gibiyim.
*Şadiye Dönümcü. 50+ yaştaki gezgin.
*** Oraların ünlü kristal, cam, dokuma ürünlerinden ve kuklalarından edinemedim ama sizlere Çekoslavakya topraklarında doğmuş bir ozanın, Prag'ı anlatan bir şiirini aldım hediye. Kabul buyurunuz efenim...
KULELER KENTİ
http://siir.gen.tr/siir/v/vitezslav_nezval/kuleler_kenti.htm
Yüz kulesi var Prag'ın
Bütün azizlerin parmaklarından
Yalan yeminlerin parmaklarından
Ateşin ve dolunun parmaklarından
Bir çalgıcının parmaklarından
Sırtüstü yatan kadınların sarhoş eden parmaklarından
Gecenin hesap tahtasında
Yıldızlara dokunan parmaklardan
Akşamın fışkırdığı parmaklardan
Sıkıca kenetlenmiş parmaklardan
Tırnaksız parmaklardan
Bebeklerin parmaklarından çimenlerin
Keskin ağızlı parmaklarından
Mayısta bir mezarın parmaklarından
Dilenci kadınların ve bütün işçi sınıfının parmaklarından
Gökgürültüsünün ve şimşeğin parmaklarından
Güz çiğdemlerinin parmaklarından
Kale'nin ve arp çalan yaşlı kadınların parmaklarından
Altın parmaklardan
Karatavuğun ve fırtınanın ıslık çalan parmaklarından
Limanların ve dans derlerinin parmaklarından
Bir mumyanın parmaklarından
Herculaneum'un son günlerinin ve batan Atlantis'in parmaklarından
Kuşkonmazın parmaklarından
Yüz dört derece sıcak parmaklardan
Donmuş ormanların parmaklarından
Eldivensiz parmaklardan
Bir arının konduğu parmaklardan
Karaçamların parmaklarından
Gecenin orkestrasında bir flütü aldatan parmaklardan
Hilebazların ve iğnedenliklerin parmaklarından
Romatizmanın çarpıttığı parmaklardan
Çileklerin parmaklarından
Yel değirmenlerinin ve açan bir leylağın parmaklarından
Dağ pınarlarının parmaklarından bambu parmaklardan
Yoncaların ve eski manastırların parmaklarından
Terzi tebeşiri parmaklardan
Guguk kuşunun ve yılbaşı ağacının parmaklarından
Medyumların parmaklarından
Tembih eden parmaklardan
Uçan bir kuşun fırçaladığı parmaklardan
Kilise çanlarının ve eski güvercinliğin parmaklarından
Engizisyon'un parmaklarından
Rüzgârı anlatmak için ıslatılmış parmaklardan
Mezar kazıcıların parmaklarından
Hırsızların parmaklarından
Geleceği söyleyen Okarina çalan ellerdeki yüzüklerin parmaklarından
Baca temizleyicilerin ve St.Loretto'nun parmaklarından
Rododendroların ve tavus kuşunun başındaki su fıskiyesinin parmaklarından
Günahkâr kadınların parmaklarından
Olgunlaşan arpanın güneş yanığı parmaklarından
Petrin Gözetleme Kulesi'nin parmaklarından
Mercan sabahların parmaklarından
Yukarıyı gösteren parmaklardan
Akşam karanlığının eldiveni üstündeki Tyn Kilisesi'nin ve
yağmurun kesik parmaklarından
Saygısızlık edilen Kutsal Ekmeğin parmaklarından
Esinin parmaklarından
Uzun eklemsiz parmaklardan
Vitezlav Nezval'
(Çeviri: Erdal ALOVA)
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.