Özgürlükte Yaşa Takılanlar
İnanç tercihi, cinsel yönelim, cinsiyet hatta müzik zevki bile bir taraf olmayı gerektirdi bu ülkede…
65 yaş üstü sokağa çıkma yasağından bahsetmeden önce bu topraklarda yaşamanın zorluğu üzerine bir başlangıç yapmaktı aklımdan geçen. Ama bunu düşünür düşünmez vazgeçtim çünkü bireysel olarak bu ülkede yaşadıklarımı zorluk olarak bile tanımlamaktan utandım. Henüz erkek şiddetiyle öldürülmedim ben. Gecenin bir yarısı sokakta olduğum için “arandığım” söylenerek tecavüzüm affedilmedi. Şimdilik attığım bir tvit yüzünden hapse girmedim. Hükümet eleştirilerim henüz Twitter’da linç edilmeme neden olmadı.
Babamın ölüm nedeni, göz göre göre “heyecanlı kalabalık” tarafından diri diri yakılması ya da bana el salladıktan hemen sonra bindiği arabanın patlaması değildi. Şanslıydım ben şanslı olmasına ama insanından çok şey alıp götüren bu coğrafya, neslimizin aslında şanslı olan azınlığına mutluluğundan, refahından hatta sağlığından utanmayı öğretti.
İnanç tercihi, cinsel yönelim, cinsiyet hatta müzik zevki bile bir taraf olmayı gerektirdi bu ülkede ama yaş konusu pandemiye kadar savunulması gereken bir olgu hiç olmamıştı.
Meğer henüz yaş ayrımcılığının sırası gelmemiş. Toplumsal ikiyüzlülüğümüz devam ettikçe, sırası gelmeyeceğini sandığımız her şeyin bir bir zamanı geliyor. Her yıl adeta bahis bir yükseltiliyor. Her geçen yıl bu topraklarda “bu da olamaz” denilen oluyor. Sadece en kutsal, en mahrem olanların değil en doğal hakların da savunulması gerekiyor. Şahsen artık benim yeni normalim bu; ekonomik olarak çözümsüz bırakılan, emekliliğe rağmen çalışmak zorunda olan, üreten, düşünen, düşündüğünü söyleyebilen 65 yaş üstü vatandaşlarımızın psikolojilerine sahip çıkmak. Zira malumunuz, 65 yaşın üzerinde ve patron değilseniz, büyük risk altındasınız.
Bu ülkede insan psikolojisi üzerine söz söylemek, sosyal psikolojiden dem vurmak çok büyük bir zorluk. Zira siyaset, insanı bir varlık değil seçmen olarak gören bir disiplin. Bu disiplinle mücadele etmekle harcanan ömürler de kendi varoluşlarının değil ancak hayatta kalma mücadelesinin neferleri.
Dünyada felsefenin sembolü olarak kabul edilen, Rodin’in Düşünen Adam’ı Melbourne, Washington, Cenevre, New York’ta Sanat Müzeleri’nde sergilenirken Türkiye’de heykelin -kötü de olsa- bir kopyası yıllardır Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesinde duruyor. Keşke, bunun şahane bir ironi olduğunu söyleyebilseydim ama ne yazık ki bu ülkede psikiyatrik bozukluklar yıllardır düşünen adamla sembolize ediliyor.
Popüler kültür de elbette boş durmuyor, delilik göndermelerini Bakırköy, akıl hastalıklarını düşünen adam üzerinden tanımlıyor. Anadolu’da hala psikiyatristler deli doktorları olarak kabul ediliyor. Metropollerde de durum çok farklı değil, eğitimli, beyaz yakalı X kuşağı bile antidepresan kullandığını saklıyor. Psikolojinin bu kadar umursanmadığı bir ülkede de haliyle ekonominin değirmenine su taşımadıkları düşünülen kişilerin psikolojik durumu da kimsenin umurunda olmuyor.
Yaşlı amcalar ve Sayın Beyefendiler
İnsan, bu ülkede sadece ekonomik olarak kendine yer kazanabilen bir kapitalizm metası. Düşünen, gelişen, anlayan, duyguları olan bir ruhsal varlık değil. Kimliği kazandığı parayla ölçümlenen bir figür sadece. O yüzden, bu ülkede bireyler ancak toplumsal zorunluluklar tamamlandığında gerçekte ne olduklarını, ne istediklerini bulabiliyorlar, o da eğer şanslılarsa. 65 yaş, bana sorarsanız bilgelik yaşıdır. İnsan doğası gereği ben’cidir, haliyle ancak tecrübeleri ve bilgisi hemzamanlı arttığında kendini gerçekleştirebilir. Bu da nereden baksanız Türkiye gibi bir ülkede en az 55 yaş üzerinde olmanızı gerektirir. Tecrübe, tüm kitabi bilgilerin yalan makinesidir. Bu makine de 65 yaş ve üzerinin elindedir. Yani kısacası, öğretilmiş bilgi tecrübeye, ekonomi çarkı da her tüketicinin psikolojisine muhtaçtır. Dolayısıyla da bu insanların psikolojileriyle oynamak, onlarla doğru iletişim kuramamak eninde sonunda ekonomiye zarar verir.
Özgürlükte yaşa takılan 65 yaş üzerinde birçok aydın, yazar, felsefeci, şair, emekçi 2 ayı aşkın süredir evde kalmaya zorlanıyor. Bugün itibarıyla dışarı çıkamamalarının tek nedeni iş yeri sahibi olmamaları. Kuşkusuz hiç kimse, en başta da kendileri pandemi ortamında bu yaş grubunun gözü kapalı riske atılmasını desteklemiyor. Ancak pandemi sürecinde kendilerine yaşatılanlar, sokağa çıkma izninin verildiği ilk günde kendilerine atılan “sokaklar tehlikelidir, yalnız dolaşmayın, nakit taşımayın” mesajları, sonrasında iş yeri sahibi olmayanların yasağının devam etmesi ve bunun dile getiriliş şekli çok kusurlu.
Üstelik medya da bu zoraki evde kalma konusundaki ikiyüzlülüğe sırtını çeviriyor. Söz konusu haberleri, insan psikolojisini neredeyse hiçe sayarak, yaşlılık vurgusu üzerinden yapıyorlar. Aynı yaştaki siyasetçiye Sayın diye hitap ederken, vatandaş için yaşlı amca/teyze sıfatlarını tercih ediyorlar. Her gün bu insanlara “sen yaşlısın, yolun sonundasın” mesajını ana haber bültenlerinden veriyorlar. Yasal yollarla evlerine hapsedilen 65 yaş üstünü, sosyal baskıyla etkisiz hale getiriyorlar. Bugün sonuçlarını anlayamadığımız bu kısıtlama bizim çocuklarımızın mahrum kalacağı romanlar, hiç okuyamayacakları şiirler, hiç birinci ağızdan dinleyemeyecekleri tecrübeler demek olabilir.
Babasının öldüğü yaşa gelmeyenler, annesini anlamayı sağlayan tecrübelerden geçmeyenler için 65 yaş kısıtlaması sadece bir hukuki zorunluluk, bir önlem gibi gelebilir. Ama diğerleri için bu yasak sadece ekonomik, göstermeci bir karardan, psikiyatristi olmayan bir bilim kurulunun sözümona öneri kılıfından ibarettir.
Bu zalim uslubun, bu temelsiz kararın en komik tarafı da Erdoğan’ın 66, Kılıçdaroğlu’ nun 71, Bahçeli’nin 72 yaşında olması. Bu insanların tek bir sözüyle benim oy verdiğim vekiller memleketin kaderini değiştirecek konularda karar alıyorlar. Benim kime vekil veya belediye başkanı olarak oy verebileceğime bile yine bu “yaşlı amcalar” karar veriyorlar. Ama onların hayatlarında pandemiden dolayı hiçbir risk yok çünkü onlar yaşlı amcalar değil Sayın Beyefendi’ler.
Güneşli günler görme hayaliyle yolun yarısını geçmiş ve ancak bir meltemle yetinmek zorunda kalmış bir birey olarak; muktedirin gücünün, işi bizden önceki jenerasyona psikolojik bir işkenceye vardırabileceğini hiç düşünmemiştim. Naifmişim. Pandemi sırasında sağlıkçıların, kuryelerin, işçilerin omuzlarına yıkılan büyük sorumluluğu, belli ki sadece birkaç ay için mecburen genele yaydınız. Ancak hiç olmazsa bu –mış gibi yapacağımız birkaç ayda, 65 yaş üstünü rahat bırakın. Bırakın, belki onlardan bir iki şey öğrenirsiniz.
Not: Bu Yazı medyafaresi.com Sitesinde Yayınlanmaktadır.