``Nereye Gitsem Ardımdan Gelir Ankara``
Sokaklarında asi çocuklar gibi şarkılar söylediği Ankara’nın ve insanlarının bir zamanlarki sahici yaşantılarını anımsamaya ihtiyaç duyunca yola çıkıyor Güven Tunç.** Eski hatta çok eski Ankara’yı –özellikle Yenişehir’i– bilenler, Ankara’yı terkedip gitmemiş olanlar, halen Ankara’yı yaşayanlar, Ankara’yı her gün bir vitrin camından izleyenler de eşlik ediyor bu yolculukta ona.
Soruyor; yaşı 70’in üstündeki delikanlılara ve gencecik hanımefendilere. Verilen yanıtlarda kendi çocukluğundaki her mahallede okul, çocuk parkı, sağlık ocağı, yazlık-kışlık sinemaların bulunduğu; özgür çocukların, elmaları çalınacak bahçeli evlerin, o evlerdeki huysuz ve tatlı ihtiyarların; yaz akşamları sokağa yayılan kızartma kokularının, kahkahaların olduğu Ankara’nın ötesinde çok daha iyi ve güzel bir Ankara bulunca yazıyor; o güzelim kalemiyle.
Sonra kitaplaştırıyor ***. “Bir Aşk Bir Hayat, Bir Şehir: Ankara’nın Mekanları- Zamanları-İnsanları” başlığıyla. Ve sayesinde tanışıyoruz; Ankara-Yenişehir sakini yirmi güzel insanla. Onların yürek ağzıyla anlattıkları sayesinde okuyucu da çıkıyor yola; Ankara’ya ilişkin kendi tanıklığını dahil ederek, bilmediklerini öğrenerek, bildiklerini anımsayarak.
Ankara’nın sahipleri gidince
Yolculuk esnasında İnkilap Sokak’taki Tavukçu Lokantası’nın sahibi İsmail Poyraz “Ben bugüne alışmadım” diyor ve devam ediyor (özetle): “Bu şehir bambaşkaydı. İnsanlık olarak çok gelişmiş, medeni bir şehirdi Ankara. Ulus çok güvenliydi. Gece, kaldığımız hiçbir yeri kilitlediğimizi hatırlamıyorum. Hepimiz yabancıydık, o ya da bu vilayetten gelmiştik ama birbirimizi sever sayardık. Kızılay o zamanlar mütevazıydı. Ankara’da eski hiçbir şey kalmadı. Sahipleri gitti. Çocukları devam etmediler. Kızılay’ı artık eskisi gibi sevmiyorum.
“Üniversite hocaları, tiyatrocular, gazeteciler gelirdi Tavukçu’ya. Belediye Başkanı Vedat Dalokay cumartesi günleri 15 profesörle burada toplanırdı.
“Karadeniz Lokantası’nda çalışırken işçi temsilcisiydim. Patronlar, Allahları var, hiç müdahale etmezdi. İşçiyi bir hafta deneyip evrak ister, sigorta yaptırmadan işe başlatmazdım. Sendika toplantılarını Rüzgarlı’daki bir kahvede yapardık. Orada Ecevit’le çok tartıştım. O tartışmalardan sonra ben solcu oldum. Sendikacılıkta şuna dikkat ettim: Ne sen zarar göreceksin ne yemekler çöpe gidecek.”
Bomonti, Karpiç, Süreyya, Esenpark…
“Ankara bir umuttu. Yoktan var edilmiş bir şehrin mucizesindeki umut” diyen Ziya Gökalp Caddesi’ndeki Ayhan mağazasının sahibi Ayhan Sümer devam ediyor (özetle): “9 yaşındayken taşındığımız Hatay Sokak’tan çoğu çocukluk-gençlik arkadaşım pek çok sanatçı-şöhret çıktı: Burhan Doğançay, Fahir Aksoy, Adalet Ağaoğlu (kardeşim), A. Kutsi Tecer, Fehmi Tokay, Altan Öymen, Atila Sav, Ergun Sav, Sevgi Soysal ve diğerleri. Futbol sahamız Ahmetler’deki benzin istasyonunun olduğu yerdi. Topumuzun yukarıdan akan foseptik suyu birikimine kaçması bile oynamaktan vazgeçirtmezdi bizi. Hiç hasta olmazdık. Mimar Kemal’de, Taş Mektep’de, Gazi Lisesi’nde okudum.
“Ankara’nın yeşil olmasında sefaret arazilerinin payı önemlidir. Ankara Palas’ta balolar yapılırdı. Ülke zengin değildi ama herkes şık ve zarifti. Meşrutiyet Caddesi parke taşlı, Cinnah topraktı. Evler bahçeliydi. Gül ve ıhlamur kokardı. Kocatepe Camisi’nin yerinde su deposu vardı. Ulus, ticaret ve sosyal hayat merkeziydi. Dörtyol’da aile çay bahçesi, Samanpazarı’nda Esenpark Gazinosu, Cebeci Çayırı’nda açıkhava sinemaları vardı. Kürdün Meyhanesi, Beyaz Rus Baba Karpiç’in işlettiği Karpiç, Süreyya- Gar gazinoları, akşam üzeri oda müziği yapılan İzmir Caddesi’ndeki Kutlu Pastanesi, Gaz fabrikasının yerinde söğüt ağaçlarının altında Dario Moreno şarkılarıyla bira içilen Bomonti, Sakarya’da Missuri lokantası, SSK rant binasının olduğu yerde Can Yücel’in müdavimi olduğu Buket Lokantası, fiks menü uygulamasını başlatan Kent Oteli, Meşrutiyet’te İntim Gece Kulübü, İzmir Caddesi’nde Gül Ağacı Pavyonu, Olgunlar’da Feyman vardı.
Yıllardır süren piyano dinletisi
“70 senedir Yenişehir’deyim. Mağazamız 57 yıllık. Bunca yıldır Ankara’yı izliyorum. Kızılay’ın -şimdiki- haline üzülüyorum. 1950-60’lar Ankara insanının kültürel yapısını özlüyorum. 1969’da mağazamızda başlattığımız müşteriye akşamları piyano eşliğinde küçük defile yapma uygulamasına sonraları piyanoyla devam ettik. Müşterimiz olmayan da gelip dinlerdi. Hâlâ sürdürüyoruz bize karakteristik olan piyano dinletilerini, saat 12-16 arası.”
Ankara’nın taşı, gözlerin yaşı
Yolculuk esnasında Selanik Caddesi’ndeki Filamingo Pastanesi’nin sahibi Dursun Ali Kuluhan anlatıyor (özetle): “Gençlik Parkı’na, Atatürk Orman Çiftliği’ne, trenle Kayaş’a, Cebeci-Ulus-Park sinemalarına giderdik. Sus Sineması’nda rakkase gösterisi olurdu. Seksen kişinin öldüğü uçak kazasının olduğu günü hatırlıyorum. Pastanenin kokteyl salonunda sanatçılar sabaha kadar eğlenirdi. Bize hep sarhoşa dokunulmaz denirdi. Merakımdan bir şişe votka içip sarhoş olunca anladım ki, insanın aklı başında oluyor ama ayakları yürümüyor. Sonraları küfreden her sarhoşu dövdüm. Ankara’yla ilgili bir şarkı mı? Ankara’nın taşına bak/ gözlerimin yaşına bak.”
“Ahhh Ankara… Avucumun içi”
Anılara, mekanlara yolculuğumuz sırasında Denizciler Caddesi’ndeki Boğaziçi Lokantası’nın sahibi Halil İbrahim Boyacıoğlu “Ah o yıllarım” diyor, Mithatpaşa Berber Salonu’nun sahibi Salih Atakan “Bizim kuşak zor kuşak. 2. Dünya Harbi kıtlık, fakirlikti” diyor. Atatürk Bulvarı’ndaki Baykal Mağazası’nın sahibi İlhami Baykaler “Ulus’taki, Kurtuluş Savaşı’nı ifade eden heykeli sarıya boyanmış haliyle değil, orijinaliyle severim” diyor. Piknik Okulu’ndan yetişen Bayındır Sokak’taki Net Piknik’in sahibi Eren Önat “Bugün Ankara modernleşmiş bir kasaba” diyor, İzmir Pasajı’ndaki berber Mustafa Bağışlar “Ahhh Ankara… Avucumun içi “diyor.
Akasya ve serçe
“Eskiden düzgün giyinmek modaydı, şimdi paçavra gibi giyinmek moda oldu. Yırtık giyilmez, yama yapılırdı. Örücülük üst tabakaya yönelikti. Giyimine meraklı kişilere hizmet ediyoruz” diyen Necatibey Caddesi’ndeki Örücü Arif(Güngör) ile, “Sıhhiye-Kızılay arasındaki akasya ağaçlarının üzerine akşamları binlerce serçe kuşu konardı. Bir ara, belediye oradan geçenlerin üstü kirlenmesin diye dalların hemen altına kepenk gibi mekanizmalar koymuştu. Bulvarda o kuşların cıvıltılarını duyardınız” diyen hukukçu ve Eski Ankara Milletvekili Kamil Ateşoğulları‘yla karşılaşıyoruz.
Tulumba, Yağlıdüzgün kremi, kurbağa
Zafer Çarşısı’ndaki İpekçi Cemal (Cemalettin Tatlı), “Ankara kendi başına güzeldir. Bent deresinde balık olurdu. Adliye’nin oradan geçen İncesu deresinin yanındaki çamların dibinde yattım ben. 961’de Büyük Sinema’ya Afrikalı tamtamlar geldi. İlk yürüyen merdiven, Anafartalar Çarşısı’na yapıldı. Şehir suyu yoktu. Sokaklarda tulumbalar, çeşmeler vardı. 950’lerde ‘Yağlıdüzgün’ kremini kadın müşterilerimize çay kaşığı sapıyla kutuya koyup verirdik. Biraderimle ayakta kalmak için süt kabına düşen iki kurbağa gibi çabaladık. Abim öldü. Ben çırpınmam sırasında oluşan süt kaymağının üzerine çıkıp kurtuldum” diyor.
Yolculuğumuz sürüyor. Nergis-Menekşe-Kavaklıdere sinemalarının sahibi Ayhan Nergis “Sinema eğitim aracı. İyiyi ve kötüyü hemen verir. Toplumu bir noktada tutar. Uğultuyla patlayıp ardından alev topuna dönen uçağın düşmesini, 960 İhtilali’ndeki Kızılay’da olanları, uçak kazasından sağ kurtulan Menderes’in trenle Ankara’ya gelişini, Atatürk’ün naaaşının Ankara’ya getirilişini unutmadım” diyor.
Düğmeci Avram, Terzi Artin
Ataç sokak sakini Asuman Emre anlatıyor: “Yenişehir sokakları safi akasyaydı. Buralar Yahudi mahallesiydi. ‘Düğmeci Avram’ vardı. Paltolarımızı Güvercin Sokak’taki Artin Usta dikerdi. Şen Triko ve Talip’den giyinirdik.
“Açıktan akan İncesu boklu dereydi. 61 ve 68’de iki büyük sel oldu. Köylüler ürünlerini Yenişehir Pazarı’na trenle getirirdi. Kocabeyoğlu Pasajı’nın altında sahaflar vardı. Annem semtini çok sever, ‘okul yakıncacık. Kızılay beş dakika, dolmuş-otobüs ayağımızın altında. Evin mevkii çok güzel’ derdi.
Piknik, dondurma, Dalokay…
“Ankara’da bir başkadır hüzünle yaprakları çiğnemek” diyen Nergis-Menekşe Sinemaları’nın sahibi Göker Zafer Şener, “Ankara dondurma gibidir; hem tatlı hem soğuk” diyen Ataç Sokak sakini Nil Öget, “Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) giriş kapısında ‘Geç kalanlar birinci perdeyi göremez” yazardı diyen Ihlamur Sokak’taki AST çalışanı Tekin Yücebalkan, “Reşat-Vahit Beylerin işlettiği ‘Piknik’ gibi lokanta bir daha Ankara’ya gelmez” diyen Ankara sakini Ünal Tanıl, “Ankara; bir Dalokay döneminde Ankara oldu” diyen sendikacı Yusuf Yıldırım’ın anlattıkları öyle ilginç ki…
Kitap bitince, attım kendimi Atatürk Bulvarı’na; üstüme başıma akasya ağaçlarındaki serçeler pislesin diye. (ŞD/YY)
* Ankarasever.
** Güven Tunç: Sosyal hizmet uzmanı. “Gökyüzünü Arayan Mavi” ile “Elim Sende (Benim Haklarım, Annemin Hakları, Dünyamın Hakları)” kitaplarını yazdı. “Şehrin Zulası: Ankara Kalesi” kitabının yazarlarından.
Bir Aşk, Bir Hayat, Bir Şehir, Güven TUNÇ, Dipnot Yayınları, 2011
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.