İstiap Haddini Aşanlar Çoğalıyor (Mu?)
“Sürekli yorgun kalkıyorum yataktan. Kaç saat uyursam uyuyayım fark etmiyor. Gün boyu başımın bir bölümü iptal. Majezik Dostları Derneği’nin aktif bir üyesi oldum. İlaç da kar etmiyor.”
“Hiçbir şey yapmasam bile başkalarının yaptıkları beni geriyor, huzursuz kılıyor. Artalanımdaki hareketlilik yoruyor beni.”
“Hiç umulmadık yerde umulmadık tepkiler veriyorum. 10 kuruş eksik para üstü veren dolmuş şoförüne bağırıyorum mesela. Kırmızı ışıkta geçmeye kalkıştığımda yürüyen arabanın şoförüne, ATM’yi uzun süre işgal edene, sebze torbası yırtıldığında reyon sorumlusuna öfkeleniyorum.”
“Yapmam gereken rutin işleri savsaklar oldum.”
“En basit konularda bile karar vermekte zorlanıyorum.”
“Anlamsız bir dolu şey yiyorum, karnım doyuyor ruhum aç.”
“Dikkatimi toparlayamaz oldum. Çorba yaparken, dalıp dibini tutturuyorum.”
“Önceden takır takır yazdığım bir yazıyı, şimdi saatler geçiyor yazamıyorum.”
“Sil, süpür, toz al, çamaşır yıka-ütüle, yemek yap. Sonra da sinemaya git. Şimdi nerde… Sadece ütü yapacak olsam bile, sonu gelmeden yoruluveriyorum.”
“İş yerinde yolunda gitmeyen bir iş beni sinirlendiriyor.”
“Ayaklarım geri geri gidiyor, sabahları işe giderken.”
“Her şeyi mecburiyetten yapıyorum. İsteyerek yaptığım hiçbir şey yok.”
“Sindirim sistemim iflas etti. Ne yesem taş gibi oturuyor mideme.”
“Yaptığım her işi anlamsız geliyor çoğu kez.”
“Gün boyu gergin hissediyorum kendimi.”
“Her şey mükemmel olmalı benim çevremde. Olmayınca katlanamıyorum. Kendim yapmaya kalkıştığımda da yoruluyorum.”
“Güvenlik duygum zedelendi; insanlardan kazık yedikçe habire.”
“Tedirginim hep.
“Televizyondaki, gazetelerdeki haberler yüreğimi daraltıyor.”
“Kurşuni hava, içimi kapkara yapıyor.”
“Hayatın içinde giderek artan adaletsizlik dengemi bozuyor.”
“Şevkimin kırılıp heyecanımın azalması sadece yaşlanmayla bağlantılı olmamalı. Ters giden, olumsuza değişen bir dolu şey var. Ve bunlar sadece bazı insanları tedirgin ediyor. Diğerleri halinden memnun ya da en azından yakınmıyorlar.”
“Eskiden bana keyif veren şeyler, artık vermez oldu.”
“Artı enerji yüklemek için kendimi zorlasam da çoğu kez başaramıyorum.”
“Sapla saman karıştıkça, benim de kafam karışıyor.”
“Konuşmuyorum artık. Çünkü konuşmak bile çoğu kez kendini övmek ya da başkasını şikayet etmek olarak algılanıyor.”
Her geçen gün çevremde yukarıdaki örneklere benzer cümleler kuran insan sayısı artıyor. Sokaklar yüzü asık insanlarla, otobüsler ifadesiz yüzlü insanlarla dolu. Sinemada izlediğiniz filmin en komik sahnesinde salona yayılan gülme sesleri cılız ve ürkek.
İşyerimizde, evimizde iletişim arızaları yaşanıyor. Kendi içimizde oluşan arızaların minvali ise bambaşka. Yaşadığımız kentin keşmekeşi, hayat pahalılığı da cabası.
Peki; teslim mi olacağız bu gidişata?
Zaman zaman enerjimiz azalsa da, zaman zaman yılgınlığa düşsek de, zaman zaman naçar kalsak da teslim olmamak -galiba/elbette- en doğrusu.
Bizim dışımızdaki nedenlerle enerjimizi arttıramıyorsak eğer, eksilmemek ya da mevcudu korumaya çalışmak -galiba/elbette- en iyisi.
Çevremde eksilmeme mücadelesi verenlerin her birinin kendisi için bulduğu yol farklı.
Kimi “a-mannn sen-de”ci, kimi “boşşş verrr”ci, kimi “benden bu kaa”cı oldu. Yaptıkları takdir görmeyenler, hatta yaptıkları için cezalandırılanlar işi iş olarak algılamaya başladı.
“Böyle gelmiş ama böyle gitmesi gerekmiyor” diyenlerin bazıları o tür işlerin tek başına değil, birlikte yapılması gerektiğini -bir şekilde- öğrenince, “böyle gelmiş böyle gider”ciler kervanına katıldı.
Gereğinden fazla evde/işte çalışanlar, gereği kadar ya da gereğinden daha az çalışmanın yollarını öğrenerek kendilerini korumaya aldı. Yaptığı işleri, yapması gereken işleri kurdukları havale servisleri aracılığıyla devredenler oldu. Mola sürelerini arttıranlar oldu.
Kimisi önceden rahatlıkla çözdüğü sorunları, şimdilerde çözmeyip, şikâyet mekanizmalarını devreye koymaya başladı. Yeni bir salgın başladı: e-tepki. Yaz bir e-posta. Dök içini. Gönder ve rahatla.
“Huzursuzluğun huzurluluğu”nu kabullenip, vicdan uyutma modasına ayak uyduranlar kalabalıklaştı.
Hayatındaki sökükleri dikemeyeceğine kanaat getirenler eline iğne-iplik bile almaz oldu.
Kaçacak deliği olmayanlar teslim oldu.
Kendi kendiyle savaşmayı göze alıp, yenilenler tükendi ya da tükenmeye yüz tuttu.
Vadesinin dolduğunu bilenler baktıkları yönü değiştirdi.
Kendiyle savaşa giremeyenler sanal alemdeki “Sorunlardan kaçının! Ruh haliniz güçlü değilken, üzüntülü insanlarla, sürekli hastalıklarını anlatanlarla birlikte olmayın. İki üzgün ruh bir araya geldiğinde kötü bir grup oluşturur. Beyninizde olumlu şeyleri ön plana çıkarın” uyarılarına can-ı yürekten göz kırptı.
Kimisi deliliğe vurdu, kimisi edepsizliğe.
Kimi köşelerini törpüleyip, yuvarlak hatlar edindi.
Kimisi hayatını esnetip, genişletti.
Kimi hayatının direksiyonunun tamamen eline aldı.
Kimisi spora, hobilere verdi kendini.
Kimi çekip gitti uzak diyarlara ve uzak kendine.
Kimisi “önce can, sonra canan” demeyi öğrendi.
Kimi aküsünü değiştirdi.
Kimileri de çevresinde istiap haddini aşanların çoğaldığını görüp şöyle bir kendisine dönüp baktığında… Taşıdığı yükün gerçek tonajını görüp, kendi istiap haddini çoktan aştığını öğrendiğinde… Önce -niyeyse- hayrete düşüp, sonra harekete geçtiler. (BB)
*Şadiye Dönümcü. Sosyal Hizmet Uzmanı.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.