Iskarta Hayatlar...
Zygmunt Bauman’ın bir kitabının adıydı: Iskarta Hayatlar.
Kitabın adı aklıma bir çivi gibi çakıldı.
Iskarta hayatlar mı? Neydi onlar?
İşe yaramayan, bir kenara atılan, fire sayılan hayatlar.
Görevlerini sadakat ile sürdürenlerin hayatları.
Dürüstlükten şaşmayanların hayatları.
İlkelerini unvana, paraya satmayanların hayatları.
Yalanlara kanmayanların hayatları.
Güce yalakalık yapmayanların hayatları.
Iskarta hayatlar mıydı?
Bu rezil sistem onları artık “işe yaramayan atıklar” sınıfına mı koyuyordu?
İnsanları eğlendirmeyen sanat “ıskarta” mı sayılıyordu?
İnsana sorumluluk yükleyen anlayış “ıskarta”ya mı çıkmıştı?
Bunları bana o kitap düşündürmedi.
Bu konuyu bana düşündüren, 65 yaş üstündeki, 20 yaş altındaki insanlara konan “sokağa çıkma yasağı” olmuştu.
Yaşlılar ev hapsine çocuklar kafese
65 yaş üstü insanların “eve kapatılması”, onları virüsten korumak olarak açıklanıyor.
Onları virüsten koruyorsunuz, öyle mi?
Peki, bu yaşlarda insanları hareketsiz bırakmak nedir?
Onların “yürümek- dolaşmak- hava almak” gereksinmeleri yok mu?
Belirli saatlerde korunaklı açık havada yürüyüş yapmaları sağlanamaz mı?
Onların bedensel ve ruhsal sağlıkları için bunlar zorunlu değil mi?
Çocukları evlerine kapatıyor, kafese koyuyorsunuz.
Onların evlerde nasıl yaşayacaklarını düşünüyor musunuz?
Çocuklar için steril ortamlar hazırlayamaz mısınız?
Çocuklara ev dışında açık havada yapabilecekleri işler için hazırlanmış yerler sağlayamaz mısınız?
Salgınla yaşamayı öğrenmek bunları da kapsamıyor mu?
Belki önümüzdeki aylarda da sürmesi gerekecek korunma önlemleri bunları planlamayı zorunlu kılmıyor mu?
Ama siz, insan hayatlarını düşünmüyor gibisiniz.
Siz, sadece işgücünü düşünüyorsunuz.
Sizi korkutan, işlerin durması mı?
Çalışanları işe gönderiyorsunuz, işyerlerinde, fabrikalarda hangi önlemleri alıyorsunuz?
Kaç doktor, kaç hemşire, kaç sağlık görevlisi hayatını kaybetti? Siz, çalışanların sağlığını koruyabiliyor musunuz?
Sizin için ekonomi insandan çok daha değerli.
İşe yarayanları işe gönderiyorsunuz, işe yaramayanları eve hapsediyorsunuz.
Bildiğiniz “epidemi mücadelesi” bu mu?
Elbette bu değil ama bir virüs sizin bu çarpık sisteminizi yerle bir etti.
Yağmaladığınız toprak işinize yaramıyor.
Diktiğiniz kuleler hapishaneleriniz oldu.
Paralarınız istediklerinizi almıyor, çünkü mağazanız kapalı.
Şaşırıp kaldınız.
Gene de paranın emrettiği işleri yapıyorsunuz.
20 yaş altındaki gençler, eğer çalışıyorsa işine gidiyor.
Çalışmıyorsa çocuklar, gençler kafeste.
Bulabildiğiniz önlem bu.
Yasaklamak, yasaklamak, yasaklamak.
Bu arada “Tek Adam iktidarınız” baskısını artırıyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, sembolik 100. kutlamasını yapıyor.
Sembolik, çünkü bu Meclis 100 yıl öncesinin iradesine sahip değil.
Yapılan törenler okul müsamerelerine benziyor.
“Egemenlik Milletindir” yaftası da mahkeme salonlarına asılan “Adalet Mülkün Temelidir” sözü gibi sadece dekor süsü.
İnsanlarınızı koruyun…
İnsanlarınızı koruyun.
Hangi yaşta olursa olsun, hangi durumda olursa olsun, insanlarınızı koruyun.
Emeklilik anlayışınızı değiştirin.
Bugün, çalışmak, verimli olmak, işe yaramak yüz yıl öncesinden çok farklıdır.
Yüz yıl önce, üretim büyük ölçüde insanın fiziksel gücüne ve makinelere dayalıydı.
Daha önceki yüzyıllarda insanın beden gücü üretimde çok daha önemliydi.
Bugün, hepimiz evimizden çalışıyoruz.
Bilgisayarlarımızın başında işlerimizi yapıyoruz.
Artık fiziksel gücümüz eskisi kadar önemli değil.
Emeklilik anlayışınızı değiştirin.
Her yaşta, 65 yaşında, 75 yaşında insanlar verimli işler yapabilirler. Belki daha az çalışma ile, ama deneyimleriyle, birikimleriyle verimli işler yaparlar.
Çocukların yaratıcılığı ile yaşlıların deneyimlerini buluşturun.
Iskarta hayat yoktur. Iskartaya çıkarılması gereken sistem vardır.
İnsanı koruyun. Virüsten de koruyun, insanı ezen, sömüren sistemden de koruyun.
İnsanlık görevimiz budur…
Not: Bu Yazı cumhuriyet.com.tr Sitesinde Yayınlanmaktadır.