Huzursuzluğumuzun Huzurunu Duymamızı Engelleyen Bir Film: Çoğunluk
2010-2011 sinema sezonu açılalı epey oldu ama ben kendi sinema sezonumu dün akşam “Çoğunluk” filmiyle açtım.
Venedik Film Festivali’nde “Geleceğin Aslanı” ödülünü, 2010- Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali”nde Ulusal Yarışma’da “En İyi Film”, “En İyi Yönetmen”, “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü alan “Yeni Sinemacılar”dan yönetmen Seren Yüce’nin ‘Çoğunluk’ filmi, yeni sezonun da bir önceki kadar güzel geçeceğinin muştusu gibi geldi bana.
“Mertkan’ın hayatı basittir” diye başlıyor filmin sinopsisi ve devam ediyor: “babasının inşaatlarının getir götür işlerine bakar, arkadaşlarla alışveriş merkezlerinde sağı solu keser, arabayla turlar. Bu basitliğe bir anlam bulmak için pek de hevesli değildir. Ne zaman ki Gül ile tanışır, boşluğu ve basitliği değerlendirmek için bir fırsat çıkar karşısına. Ancak babası Gül’ün kökenleri konusunda şüphecidir. Hayatta ayrımcılıkla karşılaştığı ilk anda ona teslim olan Mertkan, çoğunluğa uyar, babasının kendisi için çizdiği yolda hayatına bir anlam bulur.”
Ama filmin yarattığı izdüşümler o kadar basit değil.
Film; gençlik üzerine, aile üzerine, toplum üzerine…
Film ötekileştirme-‘beriki’leştirme ya da bizden olan/olmayanlar üzerine…
Film sıkış(tırıl)mışlık üzerine…
Film teslimiyet üzerine…
Film belki de bakmak ve görmek üzerine belki de.
Mertkan bize hiç yabancı değil… Hayata dair hiç bir hedefi ve beklentisi olmayan, değerleri tam oluşmamış, yargılamayan, sorgulamayan, kendini ortaya koyamayan -üstelik bu konuda kaygısı da olmayan-, babaya -çok yönlü- bağımlı, neyi nasıl yapması gerektiğini bilmeyen, farkındalığı gelişmemiş ve tüm bu nedenlerle büyüme ve değişme sürecinde aksamalar yaşayan bir genç.
Baba da bize hiç yabancı değil… Baskıcı. Sevgisiz -olmasa bile ifade edemeyen-, katı ve değişmeye kapalı değerleri olan, gücünü paradan alan, temas kurulamayan, dinlemeyen, çevresiyle arasındaki yüksek ihata duvarları olan, düzenin genel- geçer kurallarına uygun hareket eden bir adam, bir baba, bir koca…
Anne de bize yabancı değil. İçte dışta yalnız. Düşük yoğunluklu da olsa kendiyle çatışma halinde. Kırgın, mutsuz, güvensiz ve çaresiz. Baskı altında ama arayışta da değil.
Mertkan’ın sevgilisi Gül de yabancı değil bize. Aslında filmin en sıkış(tırıl)mış insanı. Hem Van’lı, hem kürt hem de bölücü(!). Okumasına, sevmesine , kabuğunu yırtmaya, yön değiştirmesine izin verilmeyen biri o.
Hayatındaki sökükleri dikemeyen temizlikçi kadın… Vicdanı uyutma modasına ayak uyduran, ‘kalabalıklar’ın temsilcisi halıcı adam… Yenilmemek, tükenmemek için kendince çaba harcayan taksi şoförü. Hayatın içinde tıkanan ancak çıkış arayışları olan dansçı kız. Küçücük yaşında kaybolmama mücadelesine girişen mendilci kız; Elmas. Hayatının direksiyonunun eline alma kaygısı olmayan Mertkan’ın arkadaşı gençler… İnanın hepsi çok tanıdık.
Çoğunluk filmi; Mertkan kimliğinde geleceğe ilişkin amaçları, tasarıları, beklentileri olmayan, onların gerçekleşmesi için çaba sarf etmeyen, ne kendini ne de başkalarını seven, hayatının rotasını eline almak için harekete geçmeyen, karamsar, olan-bitene seyirci kalan, en ufak olumsuzluk ya da güçlük karşısında hemencecik teslim olan, (u)mutsuz olduğunun -aslında kaybolduğunun- farkında olmayan çoğunluk üzerine bir film.
“Her şeye rağmen insan yüreğini, vicdanını, onurunu dik tutmalı. Kaybolmamak için umut etmeli. Umut etmek için önce fark etmeli ve davranış değişikliğine gitmeli” diyor bir şekilde film bence. “Nasıl”ını söylemiyor; o ‘nasıl’ı bizim bulmamızı istiyor belli ki…
Film bence “Kaçacak deliği olmayanlar ya da kendilerine kaçacak delik aramayanlar teslim olur” da diyor. Ve söylemek istediklerini yalın, alçak gönüllü ama yüksek özgüvenle söylüyor.
Sinema eleştirmeni değilim, sıradan bir film izleyicisiyim ama; filmde müziğin ekonomik kullanılışını, çekimdeki özeni, oyuncu seçimini ve onların üstün performanslarını, senaryonun derdini anlatmaktaki başarısını, hele ki afişin güzelliğini ve yönetimin kalitesini iyi bulduğumu, filmi çok sevdiğimi söyleme/yazma hakkını buluyorum yine de kendimde.
Film yola çıktığı kaygıları aktarmakta çok başarılı. Aile yapımız, aile içi iletişim, aile içi şiddet üzerine çok güçlü bir anlatımı olan film bence; psikoloji, sosyoloji, sosyal hizmet, iletişim öğrencileri, siyaset bilimi öğrencileri için bir ders materyali olmalı.
Bu filmi sadece ‘azınlık’ta kalanlar değil ‘çoğunluk’ izlemeli.
İzleyenlerin kendini, anne-babasını, çevresindekileri -bir şekilde- bulduğu filmin en güçlü tarafı; bizim huzursuzluğumuzun huzurunu duymamızı engellemesi kanımca.
Dileğim; filme emeği geçenlerin emeğinin kutsanması için bu filmin çoğunluk tarafından izlenmesi. (ŞD/TK)