Hep Göğe Yükselen, Hiç Eğrilmeyen Kavak Ağaçlarına Selam
Annem halk arasında “hükümet gibi kadın” denilen kadınlardan. Kuzenim Muhittin öğrenciyken –şimdilerde Kamu Yönetimi profesörü– anneme “3Y gibi kadın” derdi.
Sadece yürütme değil, yasama ve yargı erklerini de elinde tutup başkalarıyla paylaşmayan, erkleri birbirinden ayırıp bağımsız kalması için çaba harcamayan, yürütme erkini hep öne çıkartsa da annem kendine “3Y gibi kadın” denmesinden hep hoşnut oldu.
Kuzenim Muhittin’e “Bu kadın demokrat filan değil totaliter; hatta faşist… ” diye takıldığımda annem çapkın çapkın güler “Böyle faşiste kurban ol; sevgili kızım” derdi.
Şaka bir yana… Annem Keriman hayatımda tanıdığım en müthiş kadınlardan biri.
Ordinaryus profesör olacak kadın
Üçü kız, ikisi erkek beş çocuklu bir ailenin 3 numaralı çocuğu. İlkokul mezunu. Okumamış, dedemin ısrarına rağmen. Değilse ordinaryus profesör olurdu, bence.
Evin delikanlı kızı. Traktör sürer, tarlada çalışırmış. Gazete-kitap okur, haber ajanslarını kaçırmazmış hiç. Ev işi, el işi yapmazmış hiç. Ağabeyi İstanbul’da okuduğu, ablası da nişanlı olduğu için babasının ve evin tüm dışarlık işlerini, bankaya git-gel işi hep o yaparmış.
Hakkını kimseye yedirmez, sadece kendi haklarını değil, haklı bulduğu herkesi savunurmuş. Evde pazen pijamalarıyla oturur-kalkar, dışarıda eşofman benzeri pantolon giyermiş. Bayramlar ve düğünler hariç etek-elbise giymeyen annem düz olmasından hoşlanmadığı saçlarını, o zamanlar halk arasında “altı aylık” denilen permayla kıvırcık yaptırırmış.
Dedem 13 yaşındayken harçlık bağlamış ona. Her doğum gününde harçlığına yapılacak zam oranı evde epeyce şamata yaratırmış.
Film kahramanlarını hayallerine katan kadın
Sinema tutkunu. Yaz ayları hariç her Perşembe günü kasabadaki sinemada, tek film fiyatına arka arkaya üç film birden izlermiş. A’naneme izlediği filmleri anlatırken kendi hayallerini de içine kattığı rivayet edilir.
A’nanem altı aylık oğlunu toprağa gömdüğü için Cuma sabahları namaz saatine kadar evde iş yapmazmış; gelenek gereği. O yüzden annem yalnızca Cuma sabahı kahvaltısını hazırlar, misafir gelirse kahvelerini yapar, namaza gidecek olan dedemin önüne yemek koyarmış.
Geceleri eve acı bir şey sokmaz. Mesela; gece teyzeme misafirliğe gittiğimizde, gündüz bahçeden topladığı taze soğanlardan verecek olsa kabul etmez. Niye? Gece eve acı bir şey girerse, evde acı/kötü şeyler olur diye. Bu gibi inançlarını mantık silsilesine hiç başvurmadan, hala sürdürüyor.
İki, dört, bir ve beş numaralı kardeşler evlenmiş zamanı geldiğinde. Hiç kısmeti çıkmadığından mı bilemiyorum ama annem ağzına evlilik lafı almazmış hiç. A’nanemin annem için yaptırdığı çehizleri koyduğu sandık sayısı habire artsa da, nafile.
Daniyal Bey dairede, annem evde idareci
Kasabaya yeni atanan Özel İdare Müdürü, karşı komşunun evini kiralamış. Annemi görüp, beğenince istetmiş.
Karısı kanserden ölen, biri lisede diğeri ortaokulda okuyan iki oğluna anneanneleri bakan, hali vakti yerinde, sakin, az konuşan, efendi ve kasabanın protokolünden sayılan Daniyal Bey’in evlilik teklifine annemin neden ‘evet’ dediğini kimse anlayamamış.
Annem sekiz yılda beş çocuk verdiği kocasına hep ‘Daniyal Efendi’ diye hitap etmiş, ardından ise ‘bizim bey’ diye söz etti hep. Babamın eli açıktı. Evin ve biz çocukların her şeyiyle annem ilgilenir, o sadece parayı tedarik ederdi. Akşamları annemin hazırladığı tepsisinde iki duble rakısını içti sessiz sedasız.
Babam bizi severdi, ama gözleriyle ve hep uzaktan. Beceremiyordu dokunmayı, yaklaşmayı çocuklarına. Bize uzak gibi görünse de; biliyorduk aslında yakın olduğunu.
Evimiz sakin ve huzurluydu. Beş çocuğun olduğu evde ne bir kıskançlık ne de kavga olurdu. Ders başarısı ortalama, sosyal faaliyetlerde ise çok başarılı olduk hep. Annem uzun yıllar okulun aile birliğinde aktif olarak çalıştı. Kuzenler, yeğenler, teyze-dayılar, yenge-enişteler kocaman bir aileydik.
“Ha beş çocuk, ha yedi çocuk” diyen kadın…
Babamın ölmesi gerekiyormuş ilk eşinden olan çocuklarıyla tanışabilmemiz için. Yaşarken bizi akrabalarından sadece Huriye Halayla bir araya getiren Daniyal Beyin, neden iki ayrı eşinden olma çocuklarıyla bir araya getirtmediğini hala anlayabilmiş değilim. Annem “O öksüzlere de bakarım; ha beş çocuk, ha yedi çocuk…” dese de kabul ettirememiş.
Cenazede tanıştığımız ağabeylerimizle kaynaşmamızı annem sağladı. Babamdan kalan menkul-gayri menkul her şeyi hiç ayrım yapmadan paylaştırdı. “Onlar hem öksüz, hem yetim” diyerek iyi-kötü günlerinde hep yanlarında oldu.
Annemin elinde 3Y’nin yasama erki var ya… Kuralları kendi koyar, kendine ve çevresindekilere de uygulatır. Mesela onun uygun gördüğü saatte meyve yiyebilirsiniz, canınız istediğinde değil. Gece tatlı yedirtmezdi, yağa dönüşmesin diye. Cüzdanımızı kontrol ederdi; acil ve zor durumlarda kullanılmak üzere verdiği para duruyor mu diye.
İşe girdiğimde aldığım ilk aylıktan bu yana her aybaşı bir küçük altın alma alışkanlığını kazandırttı bana. “Say bakim ne kadar olmuş” derdi arada bir..
Sevk ve idare için doğmuş kadın
Bizim ihtiyaç duymamızdan çok önce her şeyi planlardı kadın. Sevk ve idareci ya… Kızım Anadolu Lisesi sınavına gireceğinde; dört ay önceden okuyup hazır etti pirinçlerini mesela. Niye? Ya unutursa… Ya hastalanır da yapamazsa diye.
Düşüncelerini ve duygularını çok rahat ifade ettiği için ailede söylediklerinden ve tavırlarından rahatsız olanlar, zaman içinde ona hep hak verdiler. Bu yüzden Şenay Teyzem “Ablamın söylediklerini dinlerim; ama bildiğimi de okurum. Ancak haklı çıkan hep odur; nedense” der.
Diyelim ki elim sıkıştı; annemden borç aldım. Diğer altı çocuğuna da aynı miktarda para verir mutlaka. Ve asla “şunun şu sıkıntısı var” demez. Hepimizi biliriz ki annem nedensiz para veriyorsa; birimizin başı dertte. Sondaj yaparız hemen kardeşler arasında.
Torunlarını sıkça bir araya getirir; kaynaşmalarını sağlamak için. “Biz dörder beşer doğurduk; siz birer ikişer. Bu çocukların kardeşleri, mecburen kuzenleri olacak” der bize hep.
Mahallede, sokakta, apartmanda, ailede saygındır yeri. Ve bu yüzden hep ölçülü biçilidir davranışları.
Hiç sevmez doktora gitmeyi. Ot-çöple tedavi eder kendini ve çevresindekileri. Nenesi bu işlerden iyi anlarmış zira.
Ufacık çocukken yere düştüğümde, parmağım kanadığında, ayağıma diken battığında, bir şekilde canım acıdığında yani; “öpeyim de geçsin ” derdi. Ve geçerdi acım da, ağrım da. Sanki dudakları –yoksa tükürüğü mü?- anestezik etkiliydi. Minicik bir kesik için ağladığımızda “aman da kedinin yarası” diye dalgasını geçse de; öpmeyi esirgemezdi.
Göğe yükselen, eğrilmeyen kavak ağacıydı annem
Annemi ağlarken görmedim hiç; babam öldüğünde bile. Bize zayıf yanlarını göstermezdi hiç. O bir kavak ağacıydı; hep göğe yükselen ve hiç eğrilmeyen.
Tüm ailenin ramazan ayında vereceği fitre-zekat işlerinden sorumluydu. Kuzen ya da yeğenlerden biri evlendiğinde ya da askere gittiğinde veya iftar yemekleri için sıraya sokardı yemeğe almak isteyenleri çok önceden; ki herkes kendini ona göre planlasın.
Bebeği olmayan kuzenim ve eşini evlat edinmeğe ikna etti. Bebek eve geldiğinde adını fısıldadı kulağına, ezan vakti. Gelinimizin annesi öldüğü için bebeğin ananesi olup, üzerine düşen görevleri yerine getirdi.
Alkolik kuzenimi tedaviye ikna etmekle kalmayıp, o süreçte yanında oldu hep. Ailesinin dağılmasını engelledi; gelinimize anlamlı destek vererek.
Arkadaşı, komşusu, akrabası, ahbabı çoktu ama dostu bir taneydi; Şükufe Teyzeydi sadece. İkisi bir araya geldiğinde neler konuştuğunu çok merak ederdim ama yaklaşamazdık yanlarına. Giyim alışverişine birlikte yaparlar, yılda on beş gün Şükufe Teyzenin kardeşinin çiftliğimde tatil yaparlardı. Kendine ne alsa, ona da alırdı; dul dayanışması deyip.
Babamı sevdi mi? Bilemiyorum. Ona saygıda kusur etmediğini biliyorum da…
Bizi hep çok sevdi; bizim sevdiklerimizi ise bizden çok sevdi.
Yakınmazdı hiçbir şeyden. Başına gelen her şeyi makul karşılar, dövünmek yerine daha az zarar görmeye çalışırdı.
Radyo üniversitesi mezunu olan kadın
Radyosu tüm gün açıktı. Ne yaparsa yapsın, kimle konuşursa konuşsun kulağının biri oradaydı. “Ben radyo üniversitesinden mezunum” derdi, bilmeyeceğini umduğumuz bir konuda görüş bildirdiğinde şaşıracak olsak.
“Bir elin verdiğini öbür el görmez” deyip bizden sakladı; okuttuğu çocukları. Babamdan aldığı tekaüt maaşını bu işlere harcamaktan keyif aldı.
İnsan annemin yanında kendini olduğundan ve gereğinden daha az güçlü hisseder; o çok güçlü olduğundan. Ona teslim olmak yapılacak en akıllı iş; direnmek ise aptalca.
Burslu olarak bir yıllığına gittiğim Norveç’te eşimin ya da çocuğumun değil, annemin yanımda olmasını istedim. Doktora yeterliliğimi aldığım gün önce onu haberdar ettim. Yaşamımda iyi ya da kötü giden ne varsa o hep bildi. Ve ne bir kelime fazla, ne de bir kelime eksik söyleyerek hep doğru yönlendirdi beni.
“Nerde çalgı, orda kalgı” diyen kadın
Evin içi, bahçesi, balkonları hep çiçek doluydu. Onun diktiği fideler hep tutar, Afrika menekşelerini çok şımarttığı için habire açarlar yıl boyu.
Bizim oralarda söylenen “nerde çalgı, orda kalgı” lafı annem için üretilmiş sanki. Bayılıyor kadın; gezip tozmağa.
Yalnızlığı sevmez; ama kuru kalabalığı da. Hep bir ağızdan konuşmayı kaldıramaz. Ter kokan insanlara katlanmaz, akşam yemeğinde misafir olmasını ister, büyükle büyük, küçükle küçük olur. Huzur verir insana annem. Herkese ve her şeye müdahilliği bazen insanı rahatsız etse de; karanfilli gülüşüyle yumuşatıverir ortalığı.
* * * * *
O yaşamımdan çıkıp gidecek olursa bir gün; ben iflas ederim diye düşünürdüm hep.
* * * * *
“Hükümet gibi kadın“, yok yok hayır “3Y gibi kadın” yüksek tansiyon kaynaklı felç geçirip devrildi; iki ay önce.
Küstü hayata ve tüm sevdiklerine. Sınırladı hayatla ilişkilerini. Sabitledi kendini yatağa.
Reddediyor hayrına olan her şeyi. Yapıyor şerrine olan her şeyi.
Annem yaşamasına yaşıyor da…
Ben konkordato ilan ettim. (ŞD/EÖ)
* Şadiye Dönümcü. sosyal hizmet uzmanı
** Bu yazı; arkadaşımın annesi Keriman Teyzenin nezdinde göğe yükselen ve eğilmek bilmeyen kavak ağacı annelere selam etmek için yazıldı.
<p style=”text-align: center;”><strong>Not: Bu Yazı <a href=”http://bianet.org/yazar/sadiye-donumcu?sec=biamag”>bianet.org</a> Sitesinde Yayınlanmaktadır.</strong></p>