Feryat Ederek Öldü Kuşlar; Halepçe'de
Tarih: 16 Mart 1988. Yer: Halepçe. Katliam silahı: Kimyasal bomba. Ölü sayısı: Beş bin. Yaralı-sakat sayısı: Binlerce. Öksüz-Yetim sayısı: Binlerce.
Tam 25 yıl önce yapılan bu katliamı konu alan Necmettin Salaz ve Fatin Kanat‘ın çektiği “Halepçe: Sonsuz Umut” (Hıway Nemir)” belgeselini, biraz gecikmeli de olsa, izledim; içim burkularak. Ardından yaptığımız söyleşi esnasında Fatin Kanat’ın anlattıkları da belgesel kadar ilginçti.
Halepçe bir insanlık ayıbı. Bu ayıbın unutulmaması önemli. Çektiğiniz belgesel bu anlamda her dem toplumsal belleği taze tutacak. Ellerinize, yüreğinize sağlık. Neden Halepçe? Neden bu belgesel?
İnsanlık tarihindeki bu tür katliamlar, yıkımlar, felaketler, insanlığın genel sorunlarıyla, sevda denilecek ölçüde ilgili bizim gibi insanlar için bakılması sorgulanması yüzleşilmesi, irdelenmesi gereken olaylar. Tıpkı Hiroşima ve Nagazaki gibi Halepçe de katliama sebep olanları, 1988’den bu yana her yıldönümünde lanetleyip nedenlerini sorguladığımız bir olay. İnsanın insanca yaşadığı bir dünya benim için, bizim için büyük bir sevda. Bu yolda verilen mücadelenin sinema yoluyla biçimlendirilerek anlatılması ve sinemaya yansıtılması da aynı sevdanın bir parçası benim için.
Halepçe’de yaşananlar benim insanca yaşam tahayyülüme ağır bir darbe indirmişti. Necmettin Salaz’ın Halepçe üzerine bir kitap yazma düşüncesi ile Halepçe üzerine film yapma projesi çakıştı. Kitabın çalışma alanı filmin de çalışma alanı olabilirdi. Bu projede Salaz’la birlikte çalıştık. Halepçe’ye iki kez gittim.
Katliamdan kurtulan insanlardan bazılarıyla görüşme olanağımız oldu. Belediye başkanından, kaymakamlıktan, Halepçe Müzesi’nden ve müze yetkililerinden, Halepçe Kurbanları Derneği’nden bilgiler, veriler, görsel malzemeler elde ettik.
Oradaki halk üzerinde katliamın travmatik etkisi elbette sürüyor. Bu anlamda insanlarla konuşmak kolay olmamıştır.
Evet. Travma hala etkin. Çekimin başlangıcında insanlar bu nedenle konuşmaktan imtina ettiler. Güven konusu da önemli tabii.
“Yaşadığınız acıyı paylaşmak, sizi tanımak isteyen güzel iyi insanlar var. Sizlerin yaşadığı size kalmamalı. Bu bir insanlık suçu. Bu suç yeniden tanımlanmalı ve insanlığa aktarılmalı. Bu toplumsal ve insani bir sorumluluk”, dedik onlara.
Süreç içerisinde güvenlerini kazandık. Sonuçta görüştüğümüz insanlar konuştukça rahatlayıp açıldılar. Paylaşımın kendilerine de iyi geldiğini fark ettiler. Halepçe dışından gelen ama onları anlayabilen insanlarla yaşadıkları bu paylaşım aslında onlar için bir anlamda terapi oldu.
Görüştüğünüz ama belgeselde yer verdiğiniz ya da vermediğiniz her insanın hikayesi çok çarpıcı.
Evet. Fark ettiysen yaşlı kesimden kimse yok. Çünkü katliamdan sağ kurtulanların çoğu ölmüş. Konuşanların hepsi halktan; politik duruşu olmayan insanlar. İçlerinden sadece ikisinin duruşu politikti.
Görüştüğümüz ve katliam sırasında ailesi dahil birçok yakınını hem de yanı başlarındayken kaybeden kadınlardan biri bize ayrıca hem doğadan hem diğer canlılardan gözlemlerini aktardı.
Bağıra bağıra ölen, insanlar gibi feryat ederek ölen kuşları anlattı; nemli gözleriyle.
Kimyasalın yeşilliğin üzerini bembeyaz çimento tozu gibi örttüğünü, bu otları yiyemediği ya da yediği için ölen inekleri anlattı; titreyen sesiyle.
Seninle yapılan bir söyleşide anlattığın Aras Abit’in öyküsü beni de çok etkiledi. Katliam sırasında darbe almayan ancak gazın etkisiyle bilincini kaybeden, kendine gelince ailesini aramaya başlayan ve yıkıntılar arasından kepçelerle alınıp römorköre yüklenen cesetlerin arasından kızkardeşinin kolunu bulan 16-17 yaşlarındaki Aras Abit. Böyle kimbilir ne çok öykü dinlemişsinizdir.
Aras Abit az önce söylediğim gibi görüştüğümüz iki politik insandan biriydi. Şimdi Halepçe Kurbanları Derneği Başkan Yardımcısı. Çok aktif çalışıyor. Halepçe’ye dışarıdan gelen bizim gibi insanlara, neler yaşadıklarını anlatmayı kendine görev sayan bir insan. Daha farklı neler yapılabileceğine ciddi şekilde kafa yoruyor.
1988 Şubat sonu, mart başı; katliamın hemen öncesi günler. Halepçe’de rejimin halk üzerindeki baskılarını protesto eden sivil bir eylem yapıyor. Çok kalabalık bir eylem. Sinir katsayısı yüksek. Saddam kısa süre sonra ‘Ben size gününüzü gösteririm’, dercesine bu bombayla cezalandırıyor halkı.
‘Eylemi yönlendiren 40 kadar ateşli genç militandık, dağa çıkacaktık’ diyor, Aras Abit. Dağa çıkamadan katliama maruz kalıyorlar. Aras Abit bu işin soykırım olduğunu kabul ettirmek için uğraşan bir kurumda çalışıyor.
Ama yaşadığı yer tüm ailesinin katledildiği ev. Her gün yaşıyor bu acıyı. Ama başka yerde de yaşamak istemiyor. Sağlıklı iyi görünüyor. Kanımca onu ayakta tutan mücadeleci kişiliği. Önüne koyduğu hedefler, onu saplantılı kalmaktan kurtarmış.
Abit’te açlığa dayanamayıp bulduğu ve besin değeri ve dolayısıyla doyuruculuğu da olmayan otları yemiş bolca.
Başka Aras Abitler’den aktaracağın bir öykü var mı?
Çok. Ama anlatmadan geçemeyeceğim bir gözlemim var. İlkin genç bir çocuk anlatmıştı, sonraları biz de gözledik.
Halepçe’de ev yapılırken önce evin zeminine bakılırmış. Sığınak olarak kullanılabilir mi? Bir şey olduğunda sığınak evde yaşayanları barındırabilecek özellikte mi? Evin zemin altı yani sığınak özelliği yaşanılan alanın kalitesinden daha önemli yani.
Orada çalışmamız sırasında yeni yapılan evlerin de bu kıstasla, bu bakış açısıyla yapıldığını gözledik. Aslında bu yaşam biçimi; raslantısal şekilde sağ kalmış kişilerin ne kadar travmatize olduklarının, ne kadar acı yaşadıklarının göstergesi.
Dünya hala bu katliamın bir soykırım olup olmadığını tartışıyor, değil mi?
‘Enfal’ operasyonlarının yaklaşık 182 bin sivil Kürt’ün ölümüne neden olan büyük bir soykırım olduğu, Halepçe’nin de bu soykırım dizisinin bir parçası olduğu iddiası var. 16 Mart 2011’de yapılan oylama sonucunda ‘Bu bir soykırımdır’ çıktı.
Saddam Hüseyin ile halkın ‘Kimyasal Ali’ adını taktığı Saddam’ın kuzeybatı bölge sorumlusunun da dahil olduğu bir grup ölüme mahkum edildi.
Asıl mesele tüm dünyaya Halepçe’nin bir soykırım olduğunu kabul ettirmek. Çünkü Halepçe katliamı; Saddam ya da Kimyasal Aliler bu işi tek başına yapmadı; dünyadan politik ve teknik anlamda destek alarak yaptılar.
ABD, Sovyetler, Avrupa dahil bu dünya çapımda bir suç ağının işi. Bu ağı deşifre etmek aynı zamanda Halepçe’nin bu soykırımı olduğunu dünya nezdinde kabul ettirmek gerek. Bu yalnızca Halepçelilerin değil; kendini insanlığa karşı sorumlu hisseden herkesin görevi.
Bu konuya ilişkin başka çalışmaların var mı?
Süreç devam ediyor. Bu konuda çalışmalar yapmaya, farklı üretimlerde ya da etkinliklerde bulunmaya, ‘başka Halepçeler olmasın’ diye devam edeceğim.
Halepçelilerle yüz yüze gelmek nasıl bir duyguydu?
Doğrudan bu kimyasallara maruz kalmış insanlarla yüz yüze gelip, onlarla Halepçe’yi konuşmak bambaşka bir duyguydu.
Bu anlamda kendimi bireysel düzeyde çok daha fazla donanmış ve deneyimlenmiş olarak gördük. Aklımın, yüreğimin bir bölümü orada kaldı. Dostlarım ve arkadaşlarım var orada artık.
Halepçe üzerine söylemek, eklemek istediğin başka bir şey var mı?
Demin anlattım ya görüştüğümüz kadınlardan biri katliamın insan boyutunun ötesinde doğaya verdiği zarardan söz etti diye.
İşte o kadın, daha sonraki bir görüşmemizde, “Ben katliamı yapan insanların asılmasını istemedim hiç. Yanlıştı asılmaları. Onlar Halepçe’de ölenlerin gömüldüğü mezarlık var ya. Onlar demir bir kafes içinde, mezarlıkta bırakılacaklardı. Mezarlığa gelen ölü yakınlarına, halka her gün hesap vereceklerdi böylece” dedi.
Bir kadının söylediğinin dışında belgesele yansıtıp yansıtmadıklarımızın tüm toplamında “Alçak Araplar” ya da “Lanet olası Araplar” söylemi yok.
Tüm söylemlerini BAAS iktidarına bağladıkları, halklar arası düşmanlık ve nefret söylemini kendi dillerinde özenle ve özellikle terk ederek kullandıklarını gördük.
Bizim için en büyük öğretici bu oldu. Halk teşhiste başarılı. İnsanları aidiyetleriyle damgalamıyor, başka halklara düşmanca yaklaşmıyor. Kendi haklılıklarının ancak başka halklarca da anlaşılması ve halklar arası dostlukla mümkün olabileceğinin bilincindeler.
Halepçe belgeselinizin, İşçi Filmleri Festivali’nde,Documantarist’te, Diyarbakır’da, Mardin Film Festivali dahil pek çok festivalde gösterildi. Bildiğim kadarıyla yoğun ilgi gördü. İzleyicilerle yaptığınız söyleşilere ilişkin gözlemlerini aktarır mısın?
Dolu salonlarda izlendi. Ekip olarak katıldığımız söyleşilerde seyirciden geri dönüş olumluydu. Bu sadece bizim başarımız değil; belgeselin öznesi olan kişilerin yaklaşımları ve anlatımlarının da belirleyici olduğunu düşünüyorum.
Seyirciler tesadüfen gelmiş insanlar değildi. Olayın bilincinde ve o acıyı içinde hisseden insanlardı hepsi. Kafalarındaki soruların yanıtını belgeselin öznesi olan insanlardan almışlardı. Tekrar o yanıtları bizden duymak istediler.
Belgesel sinemaya bakışını anlatsan…
Aynı hikayeyi anlatan insanların ortak hikayesini anlattığımız bu belgeseli soran, sorgulatan, gündemleştiren, farkındalık yaratan, aynı zamanda doğası gereği muhalif olan bir sinema anlayışıyla yaptık. Sorunun yanıtını çok uzun verebilirdim ama bu kısa ve öz oldu. (ŞD/YY)
*Şadiye Dönümcü. sosyal hizmet uzmanı.
**Fatin Kanat. Ankaralı bir sinemacı. Halepçe: Sonsuz Umut (HıwayNemir) belgeselinin yönetmenlerinden. Aynı zamanda yüksek lisans tezi olan “İran Sinemasında Kadın: Kadın Temsili ve Kadın Yönetmenler” kitabının yazarı. Ankaralı sinema grubu Sinetopya’nın kurucularından.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.