Eminnoş: Kum Taneleri Arasındaki Havuz İncisi
Yirmi iki yıldır yaşamını sürdürdüğü ‘huzurevi’ne, ‘muzurevi’, ‘muzurevi’ndekilere de “kendini bilmez insanlar” derdi. Önünde açılmayan paketten sigara almazdı. Eminnoş’un yıldızların oralarda, bence okyanusta- ‘karayağız’ın gönlünü hoş ettiğini öğrendim.
Başında gevşekçe bağladığı eşarbı, yakasız bluzları, bol cepli yeleği, beli lastikli eteği, kışın devetüyü renkli kabanı, baharda Komser Kolombo pardesüsü, plastik çantası, spor ayakkabısı, kalın varis çorapları, bağıran renkli soket çorapları, mercan taşlı altın papatya küpesi, mangır ‘altın’ bilezikleri, siyah akik gümüş şövalye yüzüğü, bazen boyadığı koyu gümüşi saçları, tütün rengi dudaklarıyla başkaydı.
Yirmi iki yıldır yaşamını sürdürdüğü ‘huzurevi’ne, ‘muzurevi’, ‘muzurevi’ndekilere de “kendini bilmez insanlar” derdi. “Böyle söyleme!” dediğimde: “Ben huzurevi kumsalında inciyim. Ama n’aparsın okyanusta değil havuzda doğup- büyüyen kültür incisiyim.” yanıtı hazırdı.
İletişimde olduğu yaşlı sayısı beşi bulmazdı. Karşısındaki insanın bulunduğu yerden başlardı ilişkiye. “Kibar insanla kibar, paçoz insanla paçoz olurum.” diyen Eminnoş; tek kişilik ‘ona özel’ bodrum kattaki odası, ‘çehiz’i dediğimiz yepyeni, ambalajlı tonlarca eşyayla doluydu.
Etek kaybolunca
Ücretsiz yaşlı olduğundan, oda komşusunca “bedavacı” denilen bizimkinin, Emekli Sandığı’ndan aldığı -hala cüzi- yaşlılık aylığı hiç bitmezdi.
Huzurevinden sabah çıkar, akşam gelirdi. Pek yemek yemezdi kuruluşta. Kar-buzda dışarıyla samimiyeti azalırdı.
Amacı dışında kullandığı huzurevi kimlik kartıyla gereksinimlerini esnaftan sağladığını biliyorsak da, takmıyordu.
“Çaydanlık bağışı” aldığı esnaf telefonda; Eminnoş dükkanda iken gelen müşterisinin içinde etek bulunan torbasının kaybolduğunu, şüphelendiklerini söylediklerinde kendimi tutamamış bağırmıştım: “Yaşamınızda onun kadar onurlu başka bir insanla tanıştınız mı?” diye. Etek bulununca, Eminnoş esnafın canına okumuştu.
Özgeçmiş bilgilerindeki kör noktaları doldurmamıza yardımcı olmazdı hiç.
Salihli istasyonunun çay bahçesi
Benim yaşımdaki ikiz kızlarından ‘Seniha’ olanın Salihli’de yaşadığını, Eminnoş’un kızını çok özlediğini, kızının ise annesiyle görüşmek istemediğini biliyorduk. Gidiş-dönüş tren bileti bağışı bulduk.
Kararsızlığı ürküntüsünden, kararlılığı hasretindendi. Yirmi gün izin istedi. Zorla sığdırılan-hediye-eşyalarla dolu taksiye bindirip uğurladık bir çarşamba ikindisinde. Cuma sabahı huzurevindeydi. “Salihli istasyonundaki çay bahçesinin çok güzel olduğu’ söylendi sadece bize. Keyfini geri getirmeye yararı olmadı: günde iki pakete çıkardığı sigara tüketimi.
Götürdüklerini istasyondaki hamala hediye ettiğini, kızının eve kabul etmediğini, torununu çalıştığı mağazada gördüğünü sonradan öğrendik. Ağzından da ‘benim kız’, ‘Salihli’, ‘gitme’ lafı duymadık .
``Birinci``, çay ve şişe suyu
En ‘birinci’ sigarayı sonuna dek içer, yetmez, izmaritteki tütünü de çiğnerdi. Onunla çay eşliğinde sabah sigarası -ille de birinci- içmek keyifti. “Aç bir yeni paket Samsun!” derdi.
Önünde açılmayan paketten sigara almazdı. Kendini korumak kollamak adına, kimseden ikram kabul etmeyen Eminnoş’un, bana -sınırlı- güveniyor olması, önlem almasına engel değildi.
Eşlik etmediğim sigarayı kahveyi içmez, ilk fırtı benim almamı beklerdi. Kahve tepsisinden önündeki fincanı değil, aykırı yöndekini alırdı.
Çaykolikti: çay ocağından çay içmezdi. Odasında yaptığı çayı termosa doldurup, çantasına koyar, gün boyu içerdi çatlak seramik maşrapa kupasından. Şişe suyu içerdi.
Keşke, ``şüphe`` uyusa
Paranoid kişilik özellikleri taşıyan Eminnoş; şüpheciliğinin hayatını zorlaştırdığının farkındaydı. “Keşke içimde o hep benimle olan şüphe uyusa, ruhumdaki ‘hayalet’im olmayı kabul etse, ihtiyacım olduğunda harekete geçse!” demişti bunaldığı bir gün.
“Dünya, insanlar kötü. Korkuyorum, güven(e)miyorum kimseye. Herkes tehditkar. Ruhu kötü insanlarla çevriliyim. İyiler, az. Şüphelerim beni kötülüklerden koruyor!” diyebilen Eminnoş, iki saat sonra “Odama girip; çay paketinin içine büyü yapmışlar. Çarşafıma da fare çişi dökmüşler.” demeye çalışırken zeytin gözlerinden -insanın içini acıtan- yaş akıtırdı.
Kapı kilidinin göbeğini değiştirmek üzere teknisyene seslendiğimde, kesilirdi yaşlar. Haftada iki-üç değiştirirdik göbeği. Bilirdi: çıkartılanın daha sonra yeniden takılacağını. Olsun; rahatlıyordu ya!
Şikayet etmediği kalmadı
Huzurevinde çalışan bir erkek personelin kendisine büyü yaptığını söyler, bitmez-tükenmez yakınmalarını sıralardı bana. Kendisine ilişkin ağza alınmayacak laflar ettiğini duyan genç kara yağız personel -haklı olarak- huzursuz: “evli barklı insanım” derdi.
Çevresindekilere kendisine büyü yapmaları için talimatlar yağdıran, baş büyücü ilan ettiği bu personele takıntısının kaynağını çözememiştik.
Konuşurken, hassas mantık köprüleri kurup, açık vermediğinden anlattıklarının paranoya olduğunu anlamak zordu. Beni, bizi şikayet etmediği mercii kalmadı. Arayan(lar)a “Yapabileceğimiz bir şey yok: bu bir hastalık” der, Eminnoş’un güvenini tazeleyecek girişimlerde bulunurdum.
Ege’de uzak akrabalarıyla ortak miras arsadan söz ederdi: inanmazdık. Ziyaretçisi, mektubu, telefonu gelmeyen Eminnoş’u yana yakıla arayan avukat, hepimizi heyecanlandırmıştı. Açıklama yapan olmadı.
Ya öldüyse!
Nadiren, Nezahat Bayram’dan dinlediğimiz Kayseri türküsünü söylerdi; “Ceviz oynamaya geldin odama/ Nişanlın da bu mu derler adama/ Dayanamam senin kara sevdana Amman…/ Aman aman olmuyor eş eşini bulmuyor/ Kara yağız genç oğlan, niye gönlün olmuyor” diye başlayıp, devam eden.
Huzurevinden ayrılacağım gün “Ben şimdi n’apcam? Şemsiyem gidiyor!” dediğinde, “Yanında olacağım” yanıtıma inanmamıştı.
Çantasında kahveyle iş yerime geldiğinde falıma bakar, fincanda mutlaka kendini bulurdu.
Eminnoş’un bir süreliğine yaşamımdan çıktı. ‘Muzurevi’yle ilişkisini kesmiş, ardında iz bırakmamıştı. İçimdeki iyi ses: “Miras arsanın parasını almıştır!”, kötü ses “Öldüyse?” diyordu..
Yıldızların oralarda, 'Karayağızla'
İyi ses haklıydı: Artık ücretsiz kalamayacağı huzurevine, ücret ödemek istemeyen, büyücü (!) personelin parasını elinden alacağını(!) düşünen bizimki, dışarıdaki dünyaya karışarak parayı yemiş/ yedirmiş, tükenince “kendini bilmez”lerin dünyasına geri dönmüş, soranlara da “parayı çaldırdım.” yanıtını vermişti.
Geldi, sıkıntılı olduğum bir günde. Sıcacık sözcükleriyle, ağlatıverdi beni. Dilini çözdü gözümün suyu: anlattı.
Eşinin, en yakın arkadaşı Merzuka’yla kendini aldattığını öğrendiği günkü dünyayla, bir gün önceki dünyanın aynı olmadığını, o günden beri kimseye güvenmediğini, nikahını vermediğine kızdıklarından ikizleri sakladıklarını, çocuk hasretine dayanamadığını, güçlenmek için Almancı olduğunu, on beş yıl Alaman elinde hela temizlediğini, yurda geldiğinde kızlarını göremediğini, yaşı kendinden küçük ‘karayağız’ yavuklusunca hemşehrisi, akranı kız için terk edildiğini, ikizlerden Saliha’nın 19 yaşında zatürreeden öldüğünü, Seniha’nın kendisini affetmediğini anlattı, nefes almamacasına. Dinledim.
Aradan çok geçmedi; nam-ı diğer havuz incisi Eminnoş’un yıldızların oralarda, bence okyanusta- ‘karayağız’ın gönlünü hoş ettiğini öğrendim.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.