Dört buçuk yaşındaki arkadaşım
Torunuma ultrason monitöründe aşık oldum. Çok iyi bir gözlemci. Doktorculuk oynarken ben hasta rolündeyim. “Yatıp dinlenceksiniz. Kocanız bütün işleri yapacak!” dedi. Böyle reçeteye, doktora can kurban. Eşim “Ben başka bir doktor getireyim en iyisi” dedi.
Yaşamımda her şeyi geç yaşadım/başardım. Konuşmayı, okumayı, lise mezuniyetini, üniversiteye girişi – çıkamayışı, çalışmayı, evlenmeyi, doğurmayı, emekliliği. Kızım ve eşim ise tam bir “panyak”, her şeyleri olabildiğince ekspres. Hatta bazı şeyleri vaktinden bile önce.
Neyse ki, “anane”likte çok geç kalmadım. 56 yaşında iken, kızım hayatta yaptığı en güzel işi yaptı ve beni “anane” yaptı.
Tam da yeni emekli olmuştum. Bebişin tüm sorumluluğunu almayı hiç düşünmedim. Teklif edil(e)medi zaten. Ana-kız ilişkilerimiz yıpranmamalıydı. Herkes sorumluluğunu bilmeliydi. Kimse, kimseye bağımlı olmamalı, ama kızım ve damadım, her dem, her türlü desteğe hazır olduğumu da bilmeliydi.
Eşim, müjdeyi duyar duymaz tahtadan oyuncaklar yapmaya başladı, müthiş bir heyecanla. Ben daha bir mutedil davrandım. Rengahenk yünlerle yaptığım kesmeşeker battaniyeyi örerken havaya girdim.
Torunuma ultrason monitöründe aşık oldum. Doğana kadar çok özledim onu.
Dünyaya gözlerini açtığı anda, avaz avaz bağırdığında da yanındaydım. Düşünsenize sizin “can”ınız, “can”ını doğuruyor. Müthiş bir şey.
Artık yaşamımızda bir “Cansu”muz, “cansuyu”muz vardı.. Karga yavrusu misali elbette torunum çok güzeldi, çok akıllıydı, bir çok şeyin “çok”uydu.
İki yaşına dek evde büyüdü. Bebek bakımında deneyimli Zöhre Hanım tümümüz için şanstı. Cansu’yla birbirlerini çok sevdiler. Ben utanmasam her gün kızımın evinde olacaktım ama kendimi engellemeye çalıştım hep. Kaptırık oldum ya da amiyane deyimiyle “görmemişin bir torunu olmuş” hesabı.
Bir buçuk yıldır kreşe gidiyor. 17:30 – 20:30 saatleri arası bizim evde “Cansu saatleri” .Okulun servisi bize getiriyor, ana babası da iş çıkışı bizden alıyor.
Torunum olduğu için söylüyorum zannetmeyin ama, bu çocuğun sosyal zekası gerçekten yüksek. Bir dolu davranışıyla çocuk, bir dolu davranışıyla benden olgun bir insan. Bazen eşimle olan tartışmalarımıza bile racon kesiyor.
Ali Baba'nın çiftliği
Cansu’nun her lafı/davranışı adeta fıkra.
Geçen yıl hayvanat bahçesinde ayıların uzun tırnaklarını görünce “Bu ayının ananesi çok kötü!. Torununun tırnaklarını kesmemiş!” dedi.
Kreşten arkadaşı Yiğiter’e aşık. Cansu’ya göre sevgilisi değil de, erkek arkadaşı olan Yiğiter, hep yüreğinde yaşıyor. Dedesine “Evlenmek için daha kaç gün beklicem?” diye sorduğunda “11.633 gün” yanıtını alınca, ” ya Dede’cim bir şeyler yap da, ‘sihirli annem’in olduğu gün evlenelim!” demiş. Bu diziyi çok seviyor ve pazar günleri de gelmek bilmiyor ona göre.
Her çocuğun “Ali Baba”sının bir çiftliği vardır ya. Bizimkinin çiftliğinde bilumum hayvanlarının yanı sıra, anası, babası, dedeleri, anane, babaanneleri, hala, amca ve kuzenleri ve elbette Yiğiter’i de – e, artık evlilik öncesi birlikte yaşanıyor ya- yaşam sürüyor. Kimle ne sorunu var, kimden ne istiyor ise bu şarkıyla dile getiriyor. Mesela Yiğiter ” Cansu seni çok seviyorum!” diye, amcası “Hadi midilliye bindirmeye götüreyim seni!”, babası “Bugün uyumasın Cansu! ” diye bağırıyor çiftlikte.
Bir gün “Ananecim, ben evlendiğimde her gün Yiğiter’den dayak yicem senin yüzünden!” deyince şaşırdım. Çünkü ona sadece çorba yapmayı -aslında karıştırmayı- öğretmişim, her gün aynı yemeği yemekten bıkan kocası da onu dövecekmiş.
Halası, bizimkinden on beş ay büyük kızıyla birlikte yeğenini de bir çocuk balesine götürdü. Kuzen Simay topaç bir çocuk.Ve dans etmeyi çok seviyor. Temsilde bir sahne 30, 40 minik balerin ellerinde ışıklarla sahneye giriyor. Görüntü, dekor, müzik muhteşem. İzleyici mest ve sessizlik hakim salonda. Ve bizimki “Simay, bak hiç topaç balerin var mı? Sen bikerem balerin olamazsın!” diye bağırınca, salon yıkılmış kahkahadan.
Doğmak meselesi
Kardeş istiyorsa da, duyan yok. Üç yaşında filandı. Babasını koltuğundan kaldırtıp, mutfaktaki annesinin yanına götürmüş mevcutlu olarak “Hadi annemi sev de, kardeşim olsun!”diye.
Kreşte öğretmenleri her çocuğa ” Sen nasıl doğmuşsun? ” diye sormuş. Kimi annemin karnından, kimi leylek demiş. Arkadaşı Ayça da “Annem çiş yaptığı yerden doğmuşum! ” demiş.Bizimki sezaryen doğumlu. Akşam geldi:”Ananecim, Ayça çok yalancı. Annesi onu karnından doğurmamış, güya ” deyince, başka sorulara yol açmayacak şekilde “Senin yanıtın da, onun yanıtı da doğru ! Bazıları öyle doğar.” deyince rahatladı.
Neden-sonuç
Öğretmenleri çok istedikleri bir şeyin olması için dua edebileceklerini söylemiş. Bizimki bu işi cıvıttı. Geçen gün odasında aynanın karşısında “Lütfen Allah’ım annemin yüzünde sivilce çıkartma. Çünkü güzelliği bozuluyor. ” dediğini duydum.
Çok iyi bir gözlemci. Olayları çok iyi muhakeme ediyor.
Neden-sonuç ilişkisi kurmakta çok başarılı. “Babam anneme temizlikte yardım etmedi. Annem üzüldü. Babam bizi akşam pizza yemeğe götürdü.” Bir örnek.
Bir gün bana, “Dedem bana oyuncak yapıyor. Sana yapmıyor diye ona ceza verdin. Mantı yapmıyorsun artık. Benim suçum ne? ” Bunun Cansuca tercümesi “Anane, mantı yapsana.”
Bizimkinin “dost”u olan kızımın arkadaşı Sabri, gelmeden önce arar, ne istediğini sorar. Kızıma “Anne yarın Sabrişko bize gelse ya! ” dediğinde anlarız ki uç bir isteği var.
Kolesterol meselesi
Her iki evin banyo fayansları bizimkinin tuali. Suluboya ile inanılmaz güzel şeyler yapıyor. Bir gün bizi çok üzdü. Dedesi “Git ve banyoda resim yap’ Rahatlarsın!” dedi. Gerçekten ağlaması bitti, yanımıza gülerek döndü. Başka bir gün ana-babası tartışınca yüksek sesle, bizimki fırçaları getirmiş ve “Hadi, banyoya!’ Resim yapın!” deyince, üçü birbirlerine sarılmışlar.
Sohbet esnasında “Doğrayıcı alalım!” deyince, “Sonra alırız” dedi eşim. Ertesi gün evdeki kumbarasından çıkarttığı bir sürü bozuk parayı getirmiş. Uzattı ve “Ananecim, üzülme. Doğrayıcını al, bu paralarla. ” dedi. Ört ki ölem. Elbet sırtım yere gelmez benim.
Kolesterolümün düşmesi için yaptığım yürüyüşlere bazen Cansu da eşlik eder. Birinde belediye otobüsündeyiz. Sıkıldı. “Hadi inip, yürüyelim. Kolesterolüm yükseldi” deyince çevremizdekiler dumura uğradı.
Tek çocuk ve öyle kalacağa benzer. O tam yaşının ve dönemin çocuğu. Uyaranlar çok fazla olduğu için kolay kapıyorlar.
``Yemek öldü``
Playstation oynarken ben oyunun mantığını zor kavrıyorum, o ise kolayca. İnternet’te oyun ve çocuk sitelerine de ulaşıveriyor. Oysa Cansu – Metin – Hale hariç bir şey yazamıyor ama, ‘sık kullanılanlar’a eklenen kendisine ait listeden istediği siteye ulaşabiliyor.
Ölüm olayına kafası takılı bu ara. Tabağındaki yemeği bitiriyor, “yemek öldü” diyor, çiçekçiye “çiçekleri niye öldürdün? diye soruyor. Dedesine “Sen niye babanı öldürdün?” diye hesap sormuş geçenlerde.
Epey önceydi, bir gece bizde kalması gerekti. Gece yarısı annesine gitmek isteyince “İnsan annesini özler tabii. Ben çok özlesem de, sadece doğum günümde görebiliyorum. deyince sustu. Zırt pırt doğum günü yapılamadığını biliyor. Duygusal şiddet uyguladım, ne yapayım.
Televizyonda yayımlanan “Aile İçi Şiddete Son” kampanyası tanıtım filmindeki, bir gözü morarmış kız çocuğunun görüntüsünden – tüm insanlar gibi -çok etkilenmiş. Babasına “Hangi suçu işlersem, benim gözüm öyle olur? ” diye sorup da hemen yanıt alamayınca “Oh be, rahatladım. Sen bu cezanın suçunu bilmiyorsun. Sana öğretmemişler. O çocuğun babası nasıl öğrenmiş!” demiş.Gel de, bacaksıza açıkla.
Küçücük, lahana dolması elleri ile parmak boyası yapışını, yüzük makarnaları ipe dizip, boyayarak kolye yapışını, mecmua resimlerini makasla kesişini izlemek nasıl keyifli bir bilseniz. Dil dışarıda, gözler sabitlenmiş, dünyayla iletişim kesilmiş vaziyette.
Seramik hamurundan form çalışırız onunla. Beni yapıyor bir gün. Kaş, göz, kulak, göbek deliği vb. tamam da. Alnına nokta bir hamur parçası – ‘ben’im var da – koyunca ve neredeyse kafa büyüklüğünde memişler yapınca, “pes” dedim.
Çok yorgun olduğum bir gün, zorla doktorculuk oynadık. Ben hasta rolündeyim. Bana “Yatıp,dinlenceksiniz. Kocanız bütün işleri yapacak!” dedi. Böyle reçeteye ve doktora can kurban. “Dedecim, doktorun söylediklerini duydun mu?” diye seslenince eşim”Ben başka bir doktor getireyim en iyisi” dedi.
Aramızda sağlam bir güven ilişkisi var. Dertleşip, sıkıntılarımızı, sırlarımızı paylaşıyoruz. O benimle büyüyor, ben onunla küçülüyorum duruma göre.
Torun keyfini çokça yaşıyorum. Kızımı büyütürken iş güç nedeniyle keyif kısmını ben yaşayamamıştım.
Torun başka bir şey.
O benim dört buçuk yaşındaki arkadaşım, ‘cansuyum’ ve de meşgale terapim. (ŞD/TK)
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.