Büyükler Dünyayı Çocuklarına Yapar, Çocuklarsa Kendilerine
Kendi anne babasından “farklı” çocuk büyütme pratiğinin “farklı” sonuçları var. Kendi yapamadıklarımızı çocuklarımızın yapabilmesi için şekillenen ebeveynlik çocuk ve ebeveyne değişik biçimde yansıyor.
Biz ekonomik maliyeti düşük neslin çocukları, ekonomik maliyeti yüksek neslin çocuklarının ebeveyni olduk(*). Büyüklerimiz bağımlı çocuklar yetiştirmeyi hedeflemişti. Biz ise “bağlı ama bağımlı değil” çocuklar yetiştirmek istedik. “Bağlı ve bağımlı sözcük ve olguları arasındaki “ım” hecesi; başkalaşım ve farklılıklar getirdi.
Zamane, koşullar, olanaklar, değerler, aile kurumunun temel inanç ve değerleri, anne- baba rolleri değişti, gelişti. Çocuğun anlamı başkalaştı. Bizim nesil “Bana yapıl(a)mayanları, ben çocuklarıma yapmalıyım” düsturuyla ve “Ailemin doğrularını sürdürmeli, yanlışlarını terk etmeliyim” düsturuyla çocuk büyütürken büyüklerimizin yanlışlarını doğruya çevirelim derken başka yanlışlara düştük.
Bağ(ım)lı çocuklar yetiştirdik
Konu umman, hassas, çok taraflı, detaylı ve yerim dar olduğundan yazı, “bağ(ım)lı çocuk yetiştirme” hususuyla sınırlı olacak. Tek ebeveynli iki(z) çocuk büyüten, kentli ve çalışan bir anne olarak bizim neslin anneliğine ve çocuklarına dair –genel ve dağınık– gözlemlerimin yer alacağı yazı da ‘baba’ların da kendini bulacağını düşünüyorum.
``Biz baskılandık, onlar özgür olsun bari``
Bir, en fazla iki tane doğurduğumuzdan kız/erkek çocuğu ayrımı yapmadık. ‘Benci’ değil, ‘bireyci’ çocuk yetiştirmeyi hedeflerken; ana-baba merkezli aileden, çocuk merkezli ailelere dönüştük, farkında olmadan. “Biz baskılandık, onlar özgür olsun bari” bakışıyla hareket edip, sınır koymakta zorlanınca, çocuğumuz mücavir alanını genişletti. Ergenlik döneminin aslında “edepsizlik” dönemi olduğunu sayesinde öğrendik. Liseyi bitirdiğinde “hadi ne halin varsa gör” deyip, bırakamadık. Üniversitede çalışarak yani kendi yağımızla kavrularak okuduğumuzu unutup, ona bolca yağ sunduk. Yağımızın kalitesi ya da miktarı düştüğünde mutsuz olmasından yalancıktan yakındık. Duygusal bağımlılığını arttırma amaçlı kirli düşüncemiz gereği istediği her şeyi yapmamız onu üretken değil tüketen birey kıldı.
``Sen yapamazsın, edemezsin`` dedik
Kendi sorumluluklarımızı yerine getirmekle kalmayıp, ev içi işbölümünde ona düşenleri de yaptık yüksünmeden. Hasbelkader bir işe el verecek olduğunda ise “sen yapamazsın, sen bilmezsin, sen yorulursun” dedik. Esnek hoşgörü sınırlarımız ona her talebinin ‘hemen şimdi’ olabileceğine inandırdı.
Bizce yanlış, olumsuz davranışlarını değiştirmeye ikna etmek için yüksek sabrımızla defalarca, uzun uzun konuşmamız davranış değişikliği sağlamadı, çoğu kez. Bizi sevmekte cömert, saymakta cimriydi. Demokratiklik evde herkes eşit söz hakkı gerektirdiğinden o kendisini yetkelendirip daha yüksek sesle konuşmağa başlayınca babaların sesi alçaldı. Anneler aynı konuda çocuğuna ayrı, eşine başka şeyler savununca baba otoritesi sarsıldı. Kendini denetle(ye)meyen çocuğumuza aile büyüklerimiz bir şey söyleyecek olsa, haklı olup olmasına bakmaksızın, önce biz karşı çıkıp koruduk; kocaman yüreğimizle, kollarımızla.
Çocuğumuz her dem kazandı, biz...
Değerlerimiz çatıştı. Bizce yapılması gerekenleri değil, yapılmaması gerekenleri yaptı. Kazanan o, yenilen biz olduk; her dem. Arkadaşları, öğretmenleri tarafından örselendiğinde, kendimizi vazifelendirip devreye girdik. Odasını topladığımızda teşekkür etmeyen, gömleğinin kopan düğmesini dikmediğimizde kıyamet koparan çocuğumuzun zamanında yapmadığı performans-dönem ödevlerini gece yarısı bitirip başucuna bırakmayı sürdürdük.
Ona “Varlığın önemli. Seni her koşulda seviyoruz” dedik. Eksiklerini her dem kapatıp, “Canın sağ olsun” dedik. “Okul başarın yüksek olmayabilir, hayat başarın yüksek olsun” dedik. Değişik ortamlarda kendisini tanısın istedik. Beklentilerimiz gerçekleşmeyince –içimizden– kahrolduk. Onun hobileri olmalıydı; bizim olmasa da olurdu. Kitap okumalı, dans etmeli, drama ile bedenini tanımalıydı. İstediği(miz) her kursa gönderdik. “Virtüöz olur” umuduyla gönderdiğimiz piyano kursunun üçüncü ayında eve piyano aldık. Tenise başlarken profesyonel raketler sağladık. O basketbol oynarken, yaşamına dahil olmak adına biz de teorik olarak oynadık. Maymun iştahlı çocuğumuza az, kendimize çok kızdık. Gerçek performansını, gönülden istediği şeylerde gösterdi. Bize aykırı düşen giyimini, saç tuvaletini, takılarını, müzik zevkini beğenmedik.
Oyuncak treni aslında kendimize aldık
En masum isteklerine ‘hayır’, temininde güçlük çekileceklere ise ‘evet’ dedik. Namert olmayalım diye kendimizden imtina edip, kredi kartlarımızı ona feda edince kaynak kullanma başarısı arttı. Biz ise onun minicik dertlerini büyütüp, kalabilen tüm gücümüzle çözmede üstün başarı gösterdik. Hayallerimizi onun üzerinden gerçekleştirdiğimizden, on aylık bebeğe aldığımız kocaman oyuncak treni aslında kendimize hediye ettiğimizi bilemedik hiç. O sınav verirken; biz kendimizin sınandığını düşünerek heyecanlanıp, gerildik.
Mükemmeli aradık; ulaşamayınca...
Ona yürekten dokunduk. Bize karşı çoğu kez kör ve sağır olmasına aldırmayıp, onu daha iyi görmek, duymak için çabaladık. Evin gündeminde çatışma maddesi eksilmedi hiç. Başlangıçta “Mükemmel anne/çocuk yoktur” diyenleri umursamadık. Gerçeği görünce farkına vardık; yorgun düştüğümüzü.
Öz-eleştiri vermeyen çocuğumuzu “nasılsa bir daha yapmaz” diyerek affettik, bağışladık. Aile Ceza Kanunu(ACK)’muzda her suçun(!) karşılığı olan ceza, Aile Ödül Kanunu(AÖK)’muzda her başarının(!) karşılığı olan ödül zamana, ortama, ruhsal durumumuza göre değiştiğinden nasıl davranacağını bilemedi çocuk. Babası ceza verdiğinde, mesela harçlığını kestiğinde; cebine gizlice para koyarak bize olan yüksek güvenlerini koruduk, aklımızca. Empatik olmaya çabalayıp, ‘ben’ dili yerine ‘sen’ dili kullanmaktan vazgeçemedik.
Her şeye müdahil olduk
Rol-model olduğumuzu unutup benzeri söylem/eylemlerine sinirlendiğimizde tutarsızlığımızı yüzümüze vurdu. “Her şeye müdahil olmayın” dediğinde haklı olabileceğini sorgulamadık hiç. Yetersiz kaldığımız bir durum olduğunda onu azmettirici olarak kullandık. Onun “bir ağaç” olduğunu unutup, akran ağaçlarla kıyasladık. Kendimizce iyi ağaçları örnek gösterince, o kendince iyi olanları verince; anlaşamadık bir türlü. Ağacımızı sadece kendimizin duyacağı bir ses tonuyla ‘kırılgan’ ilan edip, gövdesinin üstünde kendi öz gücüyle dayanaksız durabilen ağaç yetiştirenleri yerdik.
Mesela kıskanma gibi insana –ve çocuğa– dair bir duyguyu yaşamasına izin vermedik. Adalet duygumuzu yitirdiğimiz zamanlar oldu. Sıkça devre dışı bıraktığımız babasına, sıkıştığımızda havale mercii olarak başvurduk.
Etiket yapıştırdık
Zaman içinde evdeki suni denge bozulduğunda taraf olmasını istedik. Eksik bilgi vermelerini yalan söylemelerine tercih etik ama bizim söyleyeceğimiz yalanlara katılmalarını istemekte beis görmedik.
Etiketledik onu: tembel, dağınık, beceriksiz diye. Her daim cilalı deneyimlerimizi sunduğumuz çocuk, uyarılarımız kaale almadı. Hata yapma hakkını kullanmasına, deneyim kazanmasına izin vermeyince “evet; haklısın” demedi. Üzülmesin diye gerçeklerden uzak tuttuğumuz çocuğumuz, olaylara hep yakından ve çabuk bakan bizi ‘uzaktan bakma’ hasletiyle yönlendirdiğinde mutlu olduk.
Hayat, başka bir şeye öncelik vermeyi emrettiğinde onu ihmal/istismar ettiğimizi düşündük. Kendimizi “eksik annelik” yapmakla suçladık. Böyle zamanlarda eziyete çevirdik annelik rolümüzü.
Ayna bizi ürkütünce...
Baktık, bize aldırmıyor bu kez “el’alem ne der‘e sığındık. Pes ettiğimizde “Her şeyin temeli çocukluktur” diyen Freud’u hatırlayıp yardım almak için psikolog ya da psikiatriste başvurduk. Ayna çocuğa değil, bize tutulunca ürküp, kaçtık. Anlaşılmayı bekleyen yönlerini anlayamadık böylece.
Büyük kardeşin küçüğünü, küçüğün büyüğünü ezmesine araç olduk. Kavga-tartışmayı sonlandırmak için arabulucu rolü yüklendik. Dayanışma-paylaşma-yardımlaşma duygularını arttırma çabamız, onların birlik olup karşımıza çıkmasına yol açınca hazmedemedik. “Elindekini kardeşinle, kuzeninle, arkadaşlarınla paylaşmalısın” dedik ama onu ne babasıyla, ne sevgilisiyle paylaşamadık.
Annelik, çocukluk süresi uzadı
Çocuğumuzun kendini anlamlandırarak kendi projesini hayata geçirmesine izin vermedik. Ne oldu? Onu yetiştirme projesi olarak anlamlandırıp, sürecin her aşamasına müdahale ettiğimiz için projemiz süresinde bit(e)meyince onun projesinin hayata geçmesi gecikti. Bizim anneliğimizin, onun çocukluğunun süresi uzadı. Ve bu sonuç ne onu, ne bizi mutlu etti.(ŞD/GY)
* Başlık: “Büyükler Dünyayı Çocuklarına Yapar; Çocuklarsa Kendilerine” eski bir Adige atasözü.
**Şadiye Dönümcü, sosyal hizmet uzmanı.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.