Bu Mektup Turuncu Yürekli ``Günak Öğretmen``im İçin Yazıldı
Sevgili Hocam;
Bugün 24 Kasım: Öğretmenler Günü.
Az önce kurşuni-gri bulutlu gökyüzüne bakıp, “Hayatımda en çok iz bırakan öğretmenlerim kim oldu?” diye düşünürken, ikisi de aynı okuldan iki isim geldi aklıma. Biri Türkçe-Edebiyat öğretmenim İsmet Tarcan, diğeri de aynı okuldaki müdür yardımcım ve edebiyat öğretmenim Günak Yüzak; yani siz.
Sevgili Günak Hocam;
İlkokul 5’in sonunda girdiğim parasız yatılı sınavını kazanarak, Aydın-Ortaklar Öğretmen Okulu’na girme hakkını elde ettim. Kaydımı yapmanız için babamla odanıza geldik. Gerekli işlemleri yaptıktan sonra coğrafya atlası almamız gerektiğini ve üzerimdeki japone kollu bluz ile A plili mini eteği okul sınırları içinde giymemem gerektiğini söylediğinizde, içimden size çok kızmıştım. Nereden bileyim yıllar sonra –aradan geçen 41 yıl sonra– bende en çok iz bırakan insan olacağınızı.
11 yaşında bir ana kuzusuydum; oraya geldiğimde. O yaşta bir çocuğun kendisiyle, ailesizliğiyle, ‘tek başına’lığıyla mücadele edip, ayakta durabilmesinde siz dahil tüm öğretmenlerin ve büyük sınıftaki abla-ağabeylerin verdiği desteğin önemi ve anlamını yadsımak mümkün mü?
Yatılı okul; disiplin, yarı-açık cezaevi demek. Yatılı okul; yuva sıcaklığından bir sürü güzellik ve alışkanlıktan yoksun olmak demek. Yatılı okul; kalabalık bir aile içinde kendi başına özlem-hasret çekerek büyümek demek. Yatılı okul; hayatın hallerini erken yaşta öğrenmek demek ya…
Toplu yaşamdan kaynaklı sıkça grip olduğumuzda, hatta bitlendiğimizde, uyuz olduğumuzda, yemek seçme lüksümüz olmadığından önümüze konanı yediğimizde, soğuk suyla banyo yaptığımızda, çamaşırlarımızı elimizle ütülediğimizde, her şey için sıraya girip kuyruk olduğumuzda yakınırdık sizlere. Bana “geleceğin için katlan” dediğinizi hiç unutamam. Angaryalardan, sorumluluk duygumuzun gelişmesi için uyguladığınız yaptırımlardan hoşlanmadığımı söylediğimde “sevimsizlikler yerine güzellikleri görmeğe çalış” dediğinizi de unutmadım.
Okul başarımıza hep çok önem verdiniz. Öyle ya; her şeyden önce ders geliyordu. Her birinizin ne denli değerli ve kaliteli olduğunu, bize eğitim-öğretim adına verdiklerinizin değerini, hayatımızın daha sonraki aşamalarında daha da iyi anladık.
24 saatte beş mevsimi birden yaşadığımız ruh halimizle; orada öz güvenimizin artması, sosyal yönden gelişmemiz, dostluk-arkadaşlık-dayanışma-paylaşım-saygı gibi değerleri edinmemiz için, değişik etkinliklere katılımımızı sağlayarak takım ruhumuzun oluşması için siz dahil tüm öğretmenlerimizin çok emek harcadığını biliyorum. Bireysel hırsımın gelişmemiş olmasında sizlerin bir günahı olmadığını biliyorum. “Ne yapıyorsanız; en iyisini yapın” diyerek bizi mükemmeliyetçi olarak yetiştirdiğiniz için siz(ler)den hala şikayetçi(!) olduğumu bilvesile söylemeliyim.
Sizler lojmanda oturduğunuzdan, en az bizim kadar dış dünyadan izole olsanız da, bu durum bizlerle ilişkinizi yoğunlaştırmayı sağlıyordu. Öğrencilerine (s)empatik yaklaşan öğretmenlerimizi daha çok seviyorduk elbette.
Öğretmen olma hakkı elimizden alınması üzerine gerçekleştirdiğimiz –daha sonra ülke çapına da yayılan– bir dizi eylem beraberinde sürgün, tart ve yargılanmaları getirse de; bu süreç bile bize çok şey kazandırdı. Disiplin Kurulu kararıyla benim savunmamı istemiş, yanıtımı elinize verdiğimde okuyup; “her türlü haltı yediğini biliyorum ama; ama kendini iyi savunmuşsun. Aferin” dediğinizde, ikimizde karanfilli gülümsemiştik.
İdare binasının arkasında ben dahil üç arkadaşımı sigara içerken gördüğünüzde hiçbir şey demeyip sırtınızı dönüp gittiğinizi, utancımdan uzun süre yüzünüze bakamadığımı hatırlıyorum. Yıllar sonra Selçuk’taki buluşmamızda, folklor gösterisi esnasında sigaramı yakmak için çantamı karıştırırken, cebinizden çıkardığınız Marmaris logolu çakmakla sigaramı yakmağa kalkıştığınızda reddedip, elinizi öperek yıllar sonra özür dilemiştim adeta sizden.
İdareden habersiz İzmir’ e gittiğimizde, dönüşte odanıza çağırıp “bi daha olmasın ha!” dediğinizde ikimizde biliyorduk bir daha olacağını.
Lise ikide, “öğretmenlik” konulu öykü yarışmasında birincilik ödülümü elinizden alırken bana Şevket Süreyya Aydemir’in “İkinci Adam” ciltlerini hediye etmiştiniz. Babamı derecemden çok, hediye edilen kitaplar mutlu etmişti.
Sizin lojmandan gelen patates kızartması kokusunu duyup, canımız çekmiştir diye oğlunuz Şevket aracılığıyla bana ve Makbule’ye bir tabak dolusu patates göndermiştiniz. Nasıl güzeldi o patatesler! Şu anda bile tadı damağımda inanın.
16 Mart’larda, Öğretmen Okulları kuruluş yıldönümü törenlerinde sahneye koyduğunuz oyunlarla bize tiyatro sevgisi aşıladığınızı, Genco Erkal’ı “Bir Delinin Hatıra Defteri” oyunu ile izlememiz için çaba harcadığınızı, “Arkadaş” filmini izlememiz, “Aşık Veysel”i dinleyebilmemiz için emek harcadığınızı biliyorum.
Harçlığı olmayan arkadaşlara gizlice para verdiğinizi de, yoksul olup okul başarısı düşük olan arkadaşlarımızı odanıza çağırıp nasihat ettiğinizi de biliyordum. Okul Öğrenci Derneği seçimlerini kazanıp da, 2. Başkan olunca iletişimiz daha da yoğunlaşmıştı.
Sizin gibi öğretmenlerim sayenizde küçük yaşta yatılı okumanın getirisi olan ‘terk edilmişlik duygusu’ gibi olumsuz duygulardan daha az etkilendiğim bir gerçek.
İkinci Milliyetçi Cephe döneminde sizlerin çok büyük acılar çektiğinizi biliyorum. Öğrencilerinizi korumaya çalışırken, sizler korumasız kalmıştınız.
Öğretmen olamadığımız için bizlere verilen Eğitim enstitüsüne giriş kontenjanından yararlanmak için girdiğim sınavda bilinen nedenlerle 200 üzerinden toplam 9 puan –kompozisyondan sadece 3 puan – aldığım için üzüldüğümü gördüğünüzde “Sen İsmet Hanımdan 10’un altında not almamış birisin. Sınavı niye kazandırtılmadığının gerekçelerini biliyorsun. Hiç üzülme” deyip, beni sakinleştirmiştiniz.
Yıllardır iletişimi koparmadığım bir çok arkadaşımla her buluşmamda, fırsat buldukça katıldığım “Kuru Fasulye-Pilav Günü” ile “Adabelenliler Gecesi’nde benden büyük/küçük arkadaşlarımla, öğretmenlerimle her buluşmamızda o güzelim günleri yad ederken sanki hepimiz o yaşlarımıza dönüyoruz değil mi?
Denizli’deki yemekte Dernek yönetimi sizi bursiyer fonuna verdiğiniz destek için ödüllendirmişti ya. Elinizdeki buket çiçeği bana uzatarak dansa davet ettiğinizi, çalan “Lale Devri” şarkısıyla kollarınızda adeta beni uçurduğunuzu ve tüm salonun bizi alkışladığına ilişkin anım çok taze belleğimde.
Fethiye buluşmamıza erken gitmiştim. Öğretmenevinde siz –rahmetli– eşinizle birlikte yan odada kalıyordunuz. O gece yarısı kızlarımdan aldığım kötü bir telefonla sabahı zor etmiş, kahvaltıda omzunuza yaslanıp ağlarken beni teskin etmiştiniz; bir baba gibi.
Geçenlerde sizin hem öğrenciniz, hem meslektaşınız, hem de oğlunuz olan Beden Eğitimi Öğretmenim Ünal Yurtçu; sanal alem üzerinden bana sizinle ilgili çok hoş şeyler yazdı. Paylaşmak isterim o güzel satırları…
“İnsan yaşamının belli dönemlerinde bazı insanlar veya olaylarla kesiştiği noktalar vardır. Tokat Öğretmen Okulu’nda, 1/C sınıfında okurken tanımıştım Günak Öğretmenimi.
Benim diğer arkadaşlarıma görece iyi bir sporcu olmam ve okul piyesinde (Paydos adlı oyunda) görev almam nedeniyle dikkatini çekmişim. Sevgimiz böyle başladı.
O yıl spor-tiyatroya ağırlık vermem, ortaokuldan gelen temel eğitim eksikliği gibi nedenlerle altı sporcu arkadaşımla sınıfta kaldım.
İkinci yıl Eğitim Şefimiz olan Günak Bey, babamın dükkanına gelerek konuşmuş ve beni o arkadaşlarımdan ayırarak, 1/A sınıfına vereceğini söylemişti. Değilse okulu bırakmak durumunda kalacaktım.
Yeni sınıfım 25 kişilikti ve çoğunluk kızlarda idi. Sporcu olmamın da etkisiyle beni çok sıcak karşılayıp, çabucak aralarına aldılar. O sene sınıflar arası tüm spor karşılaşmalarında birincilik aldık. Sınıfımı doğrudan geçtim; tüm ödevlerimi yapan ve beni ders çalışmaya zorlayan kız arkadaşlarım sayesinde. Aynı yıl Günak Bey bana “Duvarların Ötesi” piyesinde rol vermişti.
Şans mı? İleri görüş mü? Sen karar ver… Sporcu diğer beş arkadaşım belge alarak, okuldan ayrılmıştı. Sağol Günak Öğretmenim.
İkinci sınıfta bana “Pusuda” piyesinde rol vermişti. Derslerimi sporla beraber başarıyla yürütüp, sınıfımı geçtim o yıl.
Bayramlarda kız kardeşim Nevin’le (o da Beden Eğitimi Öğretmeni oldu) Günak Bey’in evine el öpmeye giderdik. Ailece görüştüğümüzden ona bazen babamın avda vurduğu kekliklerden götürürdüm.
İl içi okullar arası tüm maçlarımıza –‘menajer’im gibi– gelerek, bana güven verir, başarılı olduğumda yanaklarımdan öperdi. O yıl Tokat’ta yılın sporcusu seçilmemde bana verdiği desteğin etkisi büyüktür.
Son sınıfa geldiğimizde zamanının çoğunu bizimle geçiren öğretmenimiz sayesinde arkadaşlarımızla kurduğumuz sevgi dolu ilişkiyi daha da pekişti. O dost arkadaşlarımızla hala görüşüyor olmamızda; bizi birleştiren ve sosyal yaşamımıza anlamlı katkı sağlayan Günak Bey’in büyük katkısı var.
Son sınıfı bitirme sınavlarında öğrencilerin numara sırasına göre arka arkaya oturması kuralı getirildi. İki dersten çekindiğimi öğretmenime söylediğimde “İstediğin yere otur” demişti. Yoklama esnasında gözlemci öğretmenler benim yerimi değiştirmeyince, önümde oturan çalışkan kız arkadaşlarım sayesinde(!) o iki dersten iyi notlar alarak mezun olmuştum. Sağ olun sevgili kız arkadaşlarım ve Günak Öğretmenim.
Kuruldaki tüm öğretmenlere, eğitimin, öğretimden daha önemli olduğunu, spor- sosyal etkinliklerde faal olan öğrencilere biraz toleranslı davranılması gerektiğini kabul ettirmiş ve uygulatmıştı. Böyle bir öğretmene değer verilmez mi?
Gazi Eğitim Enstitüsü’ne girdiğimde, Tunceli’ye öğretmen olarak gittiğimde, askerlik dönemimde hep sürdü onunla ilişkimiz.
Tunceli Öğretmen Okulu’nda öğretmendim. Malatya’ya maça giderken Elazığ yolunda geçirdiğimiz trafik kazasında altı öğretmen arkadaşımızı ve yedi öğrencimizi kaybettik. Ben yaralı olarak hastanede kaldırıldım. Gece yarısı saat üç’te Günak Beyin Ortaklar’dan bana “Geçmiş olsun, oğlum” diyen sesini bana hayat verdi.
Tokat’tan Ortaklar Öğretmen Okulu’na atandı Günak Bey. Yonca da orada beden eğitimi yeni göreve başlamıştı. Birlikte tuttukları nöbet sırasında konu Tokat’a, sonra da bana gelince “Ünal; benim oğlum ya” demiş. Devamı da çok güzel geldi.
Babam vefat ettiği için Günak Bey, annemle ‘dünür başı’ olarak Bodrum’a gidip, evliliği bitirmişti.
Askerlik dönüşü Ortaklar’a atandığımdan başta spor olmak üzere her konuda onun yakınlığı ve desteğini aldım. Ve hala alıyorum. Yıllardır aileyiz birbirimize. Çocuklarımın dedesi oldu; onları da çok seviyor. Bizde onun, ellerimizde büyüyen çocuklarını çok seviyoruz. Bu değerli insanın değerli eşi Nezahat ablamızın aramızdan ayrılması bizlerin üzerinde şok etkisi bıraktı.
Bu güzel insana saygı duyulmaz mı?
Ben de öğrencilerime değişik koşullarda destek vermeğe çalıştım.
Gerçek öğretmen ve eğitimciliğin onuruna ve zevkine doyum olmuyor. Görevini layıkıyla yapan ben ve Yonca Hocan bu anlamda mutluyuz.
İşte böyle diyor sevgili Ünal Hocam sizinle ilgili. Yazdıkları yazmayıp, eksik bıraktıklarımı tamamlamış değil mi?
Siz yolu sizinle bir şekilde karşılaşanlar üzerinde “iz bırakan” birisiniz.
Eşlerimizi damat/gelin, çocuklarımızı torun yaptınız kendinize. Başarılarımızı başarınız, sevinçlerimizi sevinç, tasalarımızı tasa yaptınız kendinize.
Ben sizi seviyorum Hocam…
Rahmetli hocam İsmet Hanımı da, bana her düzeyde emeği geçen –adlarını sayarsam birileri eksik kalır kaygısıyla yazmayacağım- diğer öğretmenlerimi de sevdiğim gibi.
Sizin bize, bizim size olan sevgimizle o güzelim yüreğinizin attığı, o güzelim Marmaris’te oğullarınızla, gelinlerinizle, torunlarınızla sağlıklı, keyifli, turuncu rengin hakim olduğu uzun bir yaşam diliyorum.
Sevgiyle öpüyorum Hocam. (ŞD/EÖ)
1976-Adabelenli Öğrenciniz / Kızınız / Arkadaşınız Şadiye
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.