Bir Bavula Bir Hayat Sığar Mı?
“Her şey nasıl başlamıştı hatırlıyor musun? İlk nefeslerinizi çekerken içinize kollara emanetti küçücük gövdeniz. Sonra zaman geçti. Büyüdünüz. Gençliğin gücü, aşklar, ümitler doldurdu içinizi. Hiç bir şey aynı kalmıyordu hayatta. Her şey geçerken mutluluğun peşinden koştunuz. Anılar büyüttünüz gülümseyerek hatırlayacağınız. Sonra, hayatı paylaşmak istediklerinizle kök saldınız. Sevginizi çoğalttınız. Çocuklarınız oldu. Sorumluluklarınız artmıştı artık. Koruyacaklarınız çoğalmıştı. Sonra… Bir de baktınız ki yaşlanmışsınız. Yüzünüzdeki her kırışıklıkta hayatınızın izleri. İçinizde bin bir duyguyla geçmiş, koca bir ömür. Benim en büyük korkum buydu; yaşlanmak…” diyor dış ses.
Ve devam ediyor… “Bu filme başladığımızda hayatın bu son dönemi hayallerin bittiği, yaşamın çekildiği bir çöl kuraklığı gibiydi benim için. Akyurt huzurevinde yönetici olarak çalışan arkadaşım Süleyman sayesinde önyargılarımın yıkıldığı yeni bir yolculuğa çıktım. ” diye.
İşte o dış ses, çıktığı o yolculuğa benim de eşlik etmemi sağlıyor. Nasıl mı?
Akyurt Vakfı ve Öteki Film işbirliği, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla Devrim Erdoğan’ın yönettiği “Bavula Sığmayan Hayatlar“ belgeselini izlerken.
“Yaşamevi’nin “Kıdemli vatandaşları”
“Huzurevi” yerine “yaşam evi”, yaşam evinde kalan yaşlılar için “sakinler”, toplumdaki yaşlılar için “kıdemli vatandaş”lar terimini kullanan Akyurt Vakfı’nca işletilen Ankara’daki Yaşamevi’nde kalan o güzelim insanlarla tanışıyorum bu süreçte.
“En büyük korkum yaşlılıktı” diyor biri. “Çok uzun bir zaman yaşamışım gibi geliyor. Asırlar gibi yaşamışım.” diyor bir başkası. “Dalya” diyen Merzuka Hanım ağlayarak pastasını keserken arkadaşlarının söylediği “Ağ-la-ma değ-mez ha-yat, bu göz yaş-la-rı-na” şarkısına ben de katılıyorum içimden avaz avaz. Hayat kutlanıyor zira o anda.
Biri “80 yaşımda gibi gelmiyor ki bana!” diyor. “Çocuk büyütürken gençliğini bilemiyorsun” diyene katılmamak ne mümkün.
O güzelim yüzüne çok yaraşan tebessümüyle “Zaman çok çabuk akıp, gidiyor.” diyor biri ve ardından ekliyor: “Yaşlanmak sorun değil”. İçimden “de” ekliyorum cümlesine ve dolduruyorum altını o an içimden geçen sözcüklerle.
Yaşamının –henüz– baharını sürdüren sosyal hizmet uzmanı Süleyman’ın “Yaşlılık alanı ürkütücü bir alandı, benim için. Ama çalışınca öyle olmadığını anladım. Her yaşın güzelliği kendine özgü.” deyişine katılmamak mümkün mü?
“Hayallerim var, yaşamak istiyorum” diyen kıdemliye yanıt veriyorum yüreğimden: “Benim de hayallerim var; ama her zaman gidilemiyor ki hayallerin peşinden.”
Oysa film bittiğinde insanın hangi yaşta olursa olsun hayallerinin peşinden koşabileceğini çok anlamlı şekilde öğreniyorum. Nasıl mı?
Belgeselin başkahramanı Ercan Ansen başöğretmenlik yapıyor bana/bize bu konuda.
Akyurt Yaşamevi’nde 9 yıldır kalan Ercan Bey, 1937 doğumlu kıdemli –bence kıdemsiz– bir vatandaş. Hayallerinin peşinde yollarda yuvarlanan ama yosun tutmayan biri kendi deyimiyle. Kuruluş yöneticilerinin desteğiyle kurduğu ahşap atölyesinde oyuncak tasarım ve üretimine başlayınca, sadece tahtanın şeklini değil, hayatının da şeklini değiştiren biri o.
“Babamın bize oyuncak alacak durumu yoktu” derken gözlerindeki hüzün beni de sarmalıyor. “Akyurt’ta hayat; benim için atölye. Burada toz, gürültü, boya kokusu var” diyen Ercan Bey; atölyede ahşaptan cambaz, tırtıl, timsah, tekerlekli arı, boncuk köpek, ağaçkakan, leylek, cuf cuf tren, topaç, anahtarlık ve bir dolu güzellik yaratırken bir yandan da hayal kuruyor.
Hayali kuklaların ve tahta oyuncakların diyarı Prag’a gitmeyle ilgili. Hayali dünyanın en büyük ikinci koleksiyonuna sahip Prag’daki oyuncak müzesini görmeyle ilgili.
Bu arada Ercan Bey kendi gibi ahşap oyuncak ve kukla sevgisiyle dolu 14 yaşında -gerçekten kıdemsiz- bir vatandaş olan Can’la arkadaş oluyor. Can’ın da bir hayali var: Gözleri ve ağzı oynayan bir kukla sahibi olmak.
Ercan Bey Can’ın, Can Ercan Bey’in hayalini sahipleniyor. Akyurt Vakfı yönetimi ve yaşam evi yöneticileri de onların hayalini sahipleniyor.
Ve Sosyal Hizmet uzmanı Süleyman, Ercan Bey ve hemşire hanımla –elbette ben de- “Ver elini Prag” diyoruz. Birlikte Prag’ı geziyor, kukla tiyatrosu izliyor, oyuncakçılarda dolanırken, bir yandan da Can’ı mutlu etmek için gözleri ve ağzı oynayan kukla arıyoruz. Ahh, işte buluyoruz bir tane.
Ercan Bey çok heyecanlı. “Prag; benim için hayatı ertelememenin, hayallerden vazgeçmemenin örneği. Bu yaşta gördüm orayı. Bir düşü gerçekleştirdik. Güç bir işi başardık” deyip ardından ekliyor: “Gençler, fırsat buldukça gezin!”
“Oyuncak verdiğim çocuklar mutlu olduğunda, ben de mutlu oluyorum” diyen Ercan Beyi, Can’a oyuncağını verirken ben de mutlu oluyorum.
Filmin sonunda habire konuşup duran iç sesimi, DVD’den yükselen dış ses susturuyor: “Hiç büyümediğimizi anlayarak ayrılıyoruz Akyurt Yaşamevi’nden. Artık yaşlılık günlerinden korkmadığımızı fark ediyorum.”
Yaklaşık bir saat süren filmsel yolculuğum bitip de, kendi kendimle kaldığımda Süleyman’ın bir cümlesi çınlıyor kulağımda “Babam ‘ben ölücem galiba, hayal kuramıyorum artık” demişti. Öldü sonra…”
İşte sadece bu cümle için bile değerdi bu yazıyı yazmağa. Ölmemek –ve daha önemlisi yaşarken ölmemek için– hayal kurmak gerek.
Yarın hep var…
Yaşam evi müdürü olan sosyal hizmet uzmanı Nurten Berik; “Belgeselde; ileri yaş üretkenliğinin insan yaşamındaki –özellikle huzurevi ortamında– önemini vurgulamayı amaçladık. İnsanın arta kalan ömrü huzurevlerinde 20-25 metrekare ile sınırlandırılıyor. Üretkenlikten durağan bir yaşama geçiş… Bir işe yara(ya)mama… Statü kaybı… Fiziki güçsüzlük… Dostlarının azalması veya yok olması. Sevgi ilgi eksikliği… Ve tükenmişlik… Bu duygular içindeki 70-80 yıllık bir ömrün bir bavula sığdırılarak, 20-25 metrekarelik bir odada devam etmesi… İşte huzurevi ortamındaki kişilerdeki bu tükenmişliğin –daha– ileri yaşta, daha ışıklı bir yaşantıya dönüştürülebilmesi için onları üretken kılmak, gevşekleşen hayat bağlarını sıkılaştırmak, ‘yarın’ için planlar yapmasını sağlamak, ertesi gün yapacağı şey(ler)in heyecanını yaşaması gerek. Bunu hissettirebildiysek ne mutlu bize” dediğinde “hem de nasıl” diye yanıt verdim telefonda.
Bu güzelim belgeseli ortaya çıkaran herkese teşekkürler. Ve bu güzelim belgeselin içini dolduran o güzelim kıdemli büyüklerime teşekkürler.
Ve bir teşekkür de belgeselin adını koyana. Huzurevlerine, yaşam evlerine kabulünü yaptığımız yaşlıların hayatını bavullara sığdırılamayacağını bize o güzelim cümleyle hatırlattığı için.
Sahiden kocaman bir hayatın, küçücük bir bavula sığması mümkün olabilir mi ?
*Şadiye Dönümcü. Sosyal Hizmet Uzmanı.
** İlgilisine not:
*Ercan Ansen’in yaptığı oyuncaklar ve diğer yaşlıların hobi odasında genç çiftler için ürettiği nikâh şekerleri için: :http://dukkanlar.gittigidiyor.com/Akyurt_Vakfi_Yasamevleri_Uretiyor/
* “Bavula Sığmayan Hayatlar” belgeselini edinmek için: 0.312.4449878
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.