Başkalarına Küsemeyince Kendine Küsen Kadın
Kura sonucu atanarak, memuriyete başladığım kentin kültürü, iklimi, insanları, yemekleri kısacası her şeyi alıştığımın çok ötesindeydi. Çevremdekilerle kerhen ilişki kuruyor, en çok kafa dengi insan bulamamanın sıkıntısını çekiyordum.
İzinli olarak gittiğim Ankara’da tesadüfen tanıştığım Gülderen Hanım, kızının da aynı kentte yaşadığını, yalnızlıktan bunaldığını, görüşmemizin ikimize de iyi geleceğini söyleyip, telefonla tanışmamızı sağladı. Kente döndüğüm günün akşamı uğradığımda, kucağında beş aylık bebeği Demircan’la açtı kapıyı Hasret.
Kısacık sohbet süresinde karşılıklı kullandığımız anahtar kelimeler, Ankara’dan ortak tanış ve dost isimler, arkadaşlığımızın alt yapısı kolayca oluşturdu. “Bin yıllık arkadaşım” diye tanıştırıldığım eşi Civan ile Hasret, kısa süre sonra evlilik nedeniyle ayrılacağım kente katlanmamı kolaylaştırdı.
Toplam 363 gün yaşadığım o kent bana, kişiliklerimiz farklılığına karşın, süreç içerisinde birbirimizin artılarını ve eksilerini tamamladığımız daha çok bin yıllar sürmesini isteyeceğim bir arkadaş kazandırmıştı.
Ben Ankara’ya, onlar İzmir’e taşındı. Fırsat buldukça ya o bana geldi ya ben ona gittim. O benim nikah şahidim olurken, ben onun boşanma şahidi olmadım. Ben Demircan’ın teyzesi oldum, o benimkilerin ablası. Ben kalabalık, o tek çocuklu tenha bir ailenin çocuğuydu. Tüm zor zamanlarımızda birbirimize, telefona uzanma mesafesinde olduk hep.
Arkadaşı Ankara’da kiralık ev ararken, o İzmir’de boş oturmayıp İnternetten bulduğu evlerin linkini göndererek, gazetelerdeki ilanları telefonla bildirerek, nakliye şirketi bularak, taşınma sırasındaki olası gereksinimlerim için kendince önlemler alarak bana destek olan biri desem; Hasret’in kişiliğini anlaşılır sanıyorum. O kendi dışında herkes için yaşayabilen, nöbetçi ve sınırlı sorumlu bir insan.
Her ikisi de üst düzey devlet memuru emeklisi olan, geçmişte iki kez ayrılıp birleşen ana-babasıyla “siz”siz ve “efendim”siz konuşamayan, aralarındaki mesafeyi kısaltamayan, zorunluluklar dışında bir araya gelemeyen, mayhoş/şirin hiçbir paylaşım yaşayamayan, sevgilerini ifade edemeyen bir ailenin içinde büyümek, Hasret’i etkilemiş elbette.
Uzun yıllar bebek sahibi olamayıp da, ardından Hasret doğunca birbirlerine eskisi gibi zaman ayıramayan, mevcut sorunlarını kronik hale getirdiklerinden çözemeyen Gülderen Teyze ve Talat Amca, kızlarının kötü bir çocukluk dönemi geçirmesine neden olmuş.
Türk bürokrasisinin iz bırakan bürokratlarından olup, işinde mükemmeliyetçi, aile ilişkilerinde sıradanlığı tercih eden, sinirli, fevri, bencil ve tahammülsüz kişiliği olan Talat Amca; kızıyla iletişim kurmayı beceremediği gibi, kazanamayacağını bile bile ana-kıza sıkça açtığı cengaverce savaşlar yüzünden kaybetmeyi sürdürmüş, sonunda tek başına kalıvermişti.
Hassas, zarif, çalışkan üretken ama hep mutsuz olan Gülderen Teyze, Talat Amca’dan üçüncü kez boşandıktan iki yıl sonra Ziya Bey’le evlenmesinin nedenini “İnsanın kimle yaşadığı değil, kiminle yaşlandığı önemli” diyerek açıklamıştı.
Kızına “Eşinin ailesi evine geldiğinde abartılı izzet-i ikram yap”, “Eşin sana aldığı hediyeyi beğen ve teşekkür et ama, ardından ‘keşke ……. olsaydı’ de!”, “Evin eksikliklerini kapatma. Eşin görsün ki; çözüm üretsin. Sen yönlendirici ol”, “Eşinin çocuk kalmasını değil, büyümesini sağla” gibi öğütleri veren Gülderen Teyze’nin sözlerinin ne kadarının dinlendiğine yorum yapamayacağım.
Hasret’in aynı fakülteden arkadaşı -ve aşkı- Civan’la okul bittiğinde evlenmeğe karar vermesine sinirlenen Talat Amca, köylülükle itham ettiği damadını kızına denk bulmadığından Civan’ı hiç sevmedi. Hele ki onun kariyeri açısından önemli olan taşra görevi yüzünden, kızının savunma sektöründe ileride cazip tekliflere yol açabilecek işini, üstelik üç aylık lohusayken bırakmasından hiç hoşlanmadı.
Talat Amca, dünyasına dahil olamadığı kızının çalışmayıp bebişiyle beraber olmaktan keyifli olduğunu, Hasret’in -en azından o zamanlar- eşiyle birbirini ileri götüren, biri gelişirken diğerinin de gelişime katkı veren, şekilcilikten uzak, keşiflere ve serüvenlere açık, okuyan-araştıran, paylaşımcı ve dayanışmacı ilişkilerini bilemediği gibi, torununun iyi bir anne-babası olduğundan da habersizdi.
İzmir’de bankada önce şube müdürü, ardından da bölge müdürü olan Civan, özel bir şirkette çalışan Hasret, ilkokula başlayan Demircan, hızla -hiç de umulmayan şekilde- arıza vermeğe başlayan evlilik ve… Aslında her şeyiyle biten beraberlik.
Hasret ve Civan mahkemede “Şiddetle geçinemediklerine tanığım, Hakim Bey” dememi istedilerse de, ben onları Adliye’nin kafesinde bekledim. Boşanma umulandan kolay şekilde gerçekleşmişti ancak, Civan’ın evden ayrılma sürecinde yaşananlar üzücüydü. Ekonomik gücünün -ve pervasızlığının ve de her türlü lüzumsuz davranışının- tavan yaptığı dönemde terk edilmeyi kabullenemeyen Civan, öfkesini yenemeyince saçmalamağa başlamıştı.
Zamanında çok sevdiği adamın yaptıklarına inanamayan, ayrılmalarının gerçek nedenini kimseye açıklayamayan Hasret, sakin, zeki, akıllı, kendiyle ve çevresiyle barışık bir çocuk olan Demircan’ın, boşanmanın sonuçlarından daha az zarar görmesi için kendini heder etti. Bazen tüm emeği, Civan’ın oğluna ettiği bir lafla yabana gitse de, yılmadı.
Hasret, bir çocuğu büyütmenin tüm zorluklarını tek başına yüklendi. O bir zamanların muhteşem eş ve babası olan adam, oğlu için en küçük bir destek ya da özveride bulunmadı. Aklınca bu şekilde eski karısını cezalandıran Civan, her geçen gün oğlunu daha fazla yitirdiğinin bilincinde değildi.
Kızının evlenmesine değil, boşanmasına sevinen Talat Amca’nın “Ben zaten demiştim”li tiratları sinir bozucuydu. Hele ki ağız ishali arttığı bir gün söylediği “Kızım, sende annen gibi; kocana sahip çıkamadın” deyince, baba-kız arasındaki ilişki tamamen koptu. Olur da durumdan vazife çıkarsa; torunuyla ilgilenmek, kızına mali destek vermek durumunda kalır diye, Talat Amca, akıllıca(!) ipleri koparıvermişti.
Hasret’in kendini toparlamağa başladığı günlerdi. Üçümüz sohbet ederken “İnsanın sırtı kaşındığında, kaşıttıracak birini bulana kadar ne yapsa nafiledir.” diyen Gülderen Teyze kendisini anlamadığımızı fark edince; “İnsanoğlu sırtını kaşıttıracak kadar samimi olduğu birilerine her zaman muhtaçtır. Artık insanoğlu bencilleştiğinden, birilerine muhtaç olmaktansa sırt kaşıntısına katlanmayı tercih ediyor. Sırtını kaşıttıracak samimiyette birileri çevrende yoksa dahası sırtın kaşınmayı bile unuttuysa, durum vahim.” diye sözlerini sürdürdü.
Kızına tüm bilgeliğiyle “Özgür olmak için yalnızlığı seçtin, ama bu hatanı tamir et” diyen anneyi dinleyecek biri o sıralar ortalıkta görünmüyorsa da, gelecek için bir şey söylemek için erkendi.
Demircan dördüncü sınıfta iken, işini değiştiren Hasret; beklenmeyen terslikler yüzünden zor günler yaşadı. Çevresine ‘halimden memnun-mesutum’u oynarken, oğlunun masraflarını güçlükle karşılıyordu.
Hasret, boşanmaya kalkışırken bilinen tüm güçlükleri göze almıştı. Mantık ve duygu kesişimleri yaşadığı bu süreçte Demircan’ın aylarca teşhis konamayan baş ağrıları onu çok zorladı. Dünyasının zaten soluk olan güneşinin neredeyse battığı o günlerde Civan dahil, annesi hariç tüm yakınları arkadaşımı yalnız bıraktı. Ana-oğulun yaşadığı müthiş paylaşım, karşılaştıkları sorunlarını çözmelerini, Milli Piyango’dan çıkan ikramiye ise borçlarını ödemelerini sağladı.
“Oğlumun ne okuduğu/ne olacağı değil; sağlığı önemli” diyen Hasret, oğlu Bursa’da iki yıllık bir meslek yüksek okulunu kazanınca, “Hayat karşısında güçleneceğine inandığım için ayrılığa katlanacağım” demişti.
“Oğluşu gittiğinde, yıllar sonra kendiyle yalnız kalıp, kafasını dinler” diye düşündüğüm can arkadaşım, yüreğini de, bedenini de dinlemeğe kalkışınca dibe vurdu. Ve çöktü.
Hayat taşkalası içindeki ben ve biz Hasret’e ilişkin bölük pörçük gözlemlerimizi, söylemeye çalıştıklarını bütünleştiremediğimizin ayrımına vardığımızda, geciktiğimizi anladık.
Meğer onun mutsuz, her an ağlamağa hazır, kederli görünümünü, saatlerce kaya taşımışcasına yorgun halini, ‘dünya yıkılsa umurum değil’ havalarını, her dem yapmaktan zevk duyduğu şeyleri artık yapmamasını, çok sevdiği ‘1001 gece’ dizisini bile izlemez oluşunu önemsememişiz.
Meğer kitap okumayan, sinemaya gitmeyen, zorla işe giden, hafta sonu eve kapanan, yataktan çıkmayan, bir bardak su almak için mutfağa gitmeğe üşenen ama ertesi gün sokakta saatlerce yürüyen, yaşamı boyunca kronik diyet yapmışken çılgınlar gibi yemeye başlayan, bazı günler ise ağzına lokma koymayan, giyimine giderek özensiz olan Hasret’i anlayamamışız.
Meğer iş yerinde terfi edemediği için kendini değersiz görmesini, giydiği şeyleri kendine yakıştıramamasını, babasıyla ilişkilerinin düzelmemesinde kendini tek suçlu ilan etmesini, konuşulanları anlamamasını, tatile nereye gideceği belliyken bile tarihine karar veremez oluşunu hatta “bazen hayat çok anlamsız geliyor” deyişini bile umursamamışız.
Meğer içinde hayatına, eski eşine ve babasına karşı biriktirdiği öfke ve nefreti kendisine yönlendirdiğini bilemezdik. Geleceğe ilişkin beklentilerinin olmadığını, kendini sürekli bastırdığını ve sınırladığını, çevresindekilerin beklentilerini gerçekleştirmek için yoğun çaba harcadığını, “mek-mak zorunda” olduğu işlere öncelik verdiğini de görmezlikten gelmişiz.
Oysa; oğlunu birincil kendini ardıl yaptığını, kendini rahatlatıcı etkinliklerden ala koyduğunu babasının hiç, annesinin ise sınırlı verdiği duygusal destekten yoksun kaldığını, uzun yıllardır uykusuzluk sorunu olduğunu, kendini bırakabileceği bir omuz ya da sırtını kaşıyacak bir el olmadığını, kırılgan bir kişiliği olduğunu ve çok yorgun olduğunu biliyorduk.
Ancak, biz de farklı nedenlerle yorgun olduğumuzdan, onun yanlış ya da yetersiz başa çıkma mekanizmalarıyla stresini yok edemediğini bilemedik.
Sınırda (borderline) kişilik bozukluğu olduğunu da zaten bilemezdik.
Hasret, bedeninde dayanılmaz ağrıları olduğunu, kolunun uyuştuğunu, mecalsiz kaldığını, bazen göğsünde baskı hisssettiğini, midesine kramp girdiğini söyleyince ortak kankamız Feyza onu önce dahiliyeciye, ardından da psikiyatra götürmüş.
Teşhis: Majör depresyon.
Tedavinin üçüncü ayından itibaren kendiyle barışmaya başlayan 1029 yıllık arkadaşım, Eylül ayında psikoterapiye de başlayacak.
İş yerinden uzak kalmak, yazın Demircan’la beraber olmak, sıkça denize girmek, annesiyle daha sık beraber olabilmek başkalarına küsemediği için kendine küsen Hasret’in önce kendiyle, ardından başkalarıyla ve hayatla barışma sürecini hızlandıracak gibi. (ŞD/EÜ)
* Şadiye Dönümcü,Sosyal Hizmet Uzmanı.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.