Bahar'ın Açtırdığı Pencereler
Kendimle uzun süren yüzleşmem sonucunda Ankara’ma, öğrenciliğe, avukatlığa döndüm.Yüreğimin “kış”ı o kadar zor geçmişti ki… Gelen bahar(ım)la birlikte, hiç kapanmamak üzere yüreğimin pencerelerini açtım.
O kapsama alanımın dışına çıkınca, bu kadar çok üşüyeceğimi bilemedim. O yaman duygu titretiyor, çok üşütüyor beni.
Henüz tanı konmamış iken, “Bu yürek kangren olur nasılsa bir gün!” diyerek cerrahi müdahale yapıp, tedaviyi gerçekleştirmiştim, ilişkiyi keserek. Zamana gereksinimim vardı, kendimdeki gelişmeleri gözlemek için. Ya da bir başka Teşhis Tedavi Merkezi’ne başvurmalıydım.
Ama hayır! Acelem vardı.
Çemişkezek’e gidecektim, hakim olarak. İstemiyordu gitmemi. “Bak, büromda özel odan var biliyorsun? Gitme! Ben Ahlat’ta erkek başıma yapamadım, bunaldım. İstifa ettim. Sen nasıl yaparsın?” diyordu. “Ben yaparım!” dedim. “Ailen sana her şeyi, zamanından önce sunmuş. Her şeyi önüne konmuş. Bir şeyleri elde etmek için çaba harcamadığından, mücadeleci ruhun gelişmemiş hiç! Hayat sana ayırdığı incitme kontenjanını bile, bana kullanıyor!” diyemedim.
Tanıl bilinen, aranan bir “ceza” avukatıydı, çok zor dava kabul eden ve dava kaybetmeyen. Ceza konusunda yetişmemi destekleyeceğini, gelen asliye davalarını da bana verebileceğini söylüyordu. Öğrenciyken bile mali desteğini kabul etmediğim Tanıl’a, bir avukat olarak, mesleğimin ilk yıllarında bağımlı olamazdım. Aynı büroda çalışamazdım onunla.
Ben geleceğe ilişkin bir şey söylememiştim. O reddedilmeye alışkın değildi, ben de emri vakilere. Birlikte olacak, birlikte çalışacakmışız. “Sen hazır mısın?”diye sormuyordu bile.
Bir süreliğine Ankara’dan uzaklaşmalıydım. Büyükşehir yormuştu beni. Son iki yıl okul uzayınca gündüzleri bir avukat yazıhanesinde, geceleri bebek bakıcılığı, kasiyerlik, takı tasarımcılığı yapmıştım. Günlük yaşamın döngeli yormuştu beni. Küçük bir yerde, bir süre içime saklanmak bana iyi gelecekti. Düzenli ama sınırlı gelirimle anneme katkı verebilecektim. Hakimlik deneyimi mesleki kazanç haneme işleyecekti.
Tanıl, “Sen, küçük yerlere ait olamazsın!” derken bana kıyamadığını, örselenmemi istemediğini biliyordum. O aşırı korumacı tavrını sürdürdükçe, kaçtığımın ayrımına varamıyordu. Kararlığımın da.
* * *
İnsanı okşuyormuşçasına, ürperten bir ekim sabahı. Hava limonata gibi. Ankara sanki “Güle güle git! Benim bahar akşamlarımı ve sabahlarımı çok özlersin!” diyor. Esat’ta Belligün sokakta, iki arkadaş paylaştığımız eve geldi Tanıl. Üzerinde çok şık yepyeni triko-güderi karışımı bir mont vardı. Yorgun ve uykusuz görünüyordu. Hiçbir şey sormadım. Ben de uyuyamamıştım gece. Söz bitmişti sanki. Göz göze gelmemeğe çaba harcıyorduk karşılıklı. Öylesine “laf olsun, torba dolsun” kabilinden “Ne o, kış gününden mi kaldın?” dediğimde “Sensizlik kış olacak!” yanıtını alınca yutkunabildim sadece. Bavulumun üstünde bir paket olduğunun ayrımına, o gittikten sonra vardım. Paketten “Seni Kalbime Gömdüm” kitabı çıktı. Karıştırmağa başladım ki; iç kapağında kitabın adındaki “gömdüm” sözcüğü “Gxmxüx” olarak çarpılanmış, el yazısıyla “gömmeyeceğim” yazılmış.
Birden üşümeye başladım.
* * *
Kaç zaman üşüdüm.
Yaz-baharlar, kış-pınarlar geçti…
Ben hep üşüdüm.
Uzun aralıklarla mektuplaştık, telefonla görüştük. Kuşadası’nda arkadaşımızın nikahında ve baro genel kurulunda kalabalıkların içinde yüz yüze görüştük.
Çemişkezek’te yaman geçiyordu zaman. İşim yoğun değildi. Şahsa maruz zamanlarımı okuyarak yada Hakim Şeyma Hanım’ın bana öğrettiği Bartın işi tel kırma örtüler işleyerek değerlendiriyordum. İşlemek, düşünmeme aracılık yapıyordu. Özgür çağrışım… Telden tele konuyor, uçuşuyordum motif işlerken. Hele ki teli kırarken… O anda düşündüğüm şey, her ne ise, kırıp atıveriyor, yaşamımdan çıkarı veriyordum sanki…
Savcı Baki, Hakim Şeyma, Doktor Nuri, Avukat Birnur, Eczacı Tülay, Öğretmen İlnur ile arkadaş olduk. Tümümüz bekar, mecburiyetçi memurlardık. Baki’yle biraz yakınlaştık ama tutuklayamadı beni. “Ah, keşke elimden gelse de seni bana hüküm giydirtsem!” diyen Baki’ye bırakamadım kendimi…
“Ben sadece Tanıl’a ait olmalı(mı)yım?” diyordum. Tanılsızlık… Üşümek… Donmak… Kış; soğuk yüzüne çarptıkça, ürpermek demek(miş).
Bir sonraki günümün bir önceki günümden farkının olmadığının ayrımına vardığımda, artık taşra yaşamını kaldıramayacağımı da anladım. İstifa edip, kendi okulumda lisansüstü eğitim almayı hedefledim. Kafaya koyduğum şeyleri yaparım.
* * *
Kendimle uzun süren yüzleşmem sonucunda Ankara’ma, öğrenciliğe, avukatlığa döndüm.
Yüreğimin “kış”ı o kadar zor geçmişti ki… Gelen bahar(ım)la birlikte, hiç kapanmamak üzere yüreğimin pencerelerini açtım.(ŞD/EÜ)
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.