Acı Çekerken Üreten Kadının Adı ``Sedıka`` Olsun
Memleketinin denizi gibi devingen, yorulmak bilmeyen, asi(!), bazen hırçın ama hep mağrur, vakur ve onurlu bir kadın.
Kumsaldaki kum çiçekleri gibi narin ve zarif ama yüreği çelik kaslarla örülü bir kadın.
Gücü büyüklükle karıştıran herkesin -hatta bir zamanlar ki en yakınına bile- karşısında değil eğilmek, dimdik ayağa dinelip, ellerini beline koyduğunda kısacık boyunu arşa varacak kadar uzatabilen bir kadın.
Zamanında kahrından ölmeyi göze alamadığı için her şeyi anlamaya çabalamayarak kendini korumaya alan bir kadın.
“Ah” ettiklerinin -defalarca denenerek görüldüğü üzre- onmadığı bir kadın
İnsanları Arap Alevi, Arap Hristiyan ve Sünni diye ayırmadan seven bir kadın.
Efkarlandığında Musa Dağına, Kel Dağına bakıp derdini anlatan, seher vakti ufka dalıp -kimbilir ne- hayaller kuran bir kadın.
Her daim gülen yüzüyle pırıltılı giysilerini ve üzüm salkımı küpelerine ışıklar katan bir kadın.
Uçları iğne oyalı rengahenk yemenilerle örttüğü gar(defne) sabunuyla yıkadığı yüreği kadar yumuşak saçlarını ören, ama boyamaktan da imtina etmeyen bir kadın.
Arapçayı şiir okur, şarkı söyler gibi konuşan bir kadın.
70 yaşında Türkçe okuma-yazma kursuna giden ve artık Türkçe konuşabilen bir kadın.
Küçük sorunları büyütmeyi, büyük sorunları küçültmeyi başarabilen bir kadın.
Oynamayı dans etmeyi çok seven bir kadın.
Akranları yerine, kendinden gençlerle bir arada olmayı seven bir kadın.
Kocaman yüreği yaz-kış eve sığmadığı için yarattığı her fırsatta sokağa çıkıp, mahallesinin ve ailesinin nabzını bir şekilde tutan bir kadın.
Biberli ekmek, humus, oruk, hrisi olmak üzere yöreye özgü o güzelim yemeklerin en hasını yapan bir kadın.
Kendisi yiyip içmediği halde envai çeşit meyveden reçel-şurup yapıp, misafirlerine silah zoruyla sunan ve “bi daha bi daha vereyim mi?” diyen bir kadın.
Kocaman bahçeli evinin dış cephesini mor renge boyatarak mihenk adresi oluşturan bir kadın.
“Bir kadın”ın adı, o kadının adı “Sedıka” olsun.
Yaşı yetmişlerde olsun.
Samandağ’da yaşıyor olsun.
Hayatının “miço”su değil, “kaptan”ı olsun.
Kendisi gibi başına buyruk, kendisi gibi özverili, kendisi gibi inatçı, kendisi gibi hamarat, kendisi gibi güzel altı kız çocuğu olsun.
Altı -kız- çocuk verse de, erkek çocuğu doğuramadı diye kocası tarafından terk edilmiş olsun.
1974’de yaşları 15 ila dört arasında değişen çocuklarıyla bir başına kaldıktan sonra onları büyütmek için kendini heder etmiş olsun.
Dört yaşındaki en küçük kızının, sokaktaki arkadaşlarına “Babam başkasına değil, savaşa gitti” diye açıklama yaptığını öğrendiğinde içi acısa da, yıllarca tüm anaçlığıyla o izleri silmek için çok çabalamış olsun.
Kendini terk eden adamı -herhalde- hiç affetmemiş olsun. Ama yine de fotoğrafının bulunduğu çerçeveyi yatağının başucundaki duvardan indirmeyen biri olsun.
“Bir baba kudretinden aşağı derecede, çocukları kudreti derecesinde, kadını da kudretinin fevkinde giyinmeli” meselini önce “Bir anne kudretinden aşağı derecede, çocuklarını kudretinin fevkinde yedirip içirmeli, giydirmeli, okutup evlendirmek için tarlada, bahçede çalışmaktan hiç yüksünmemeli” diye değiştiren, şimdilerde de “Bir kadın –yaşlı bile olsa– kudretinin fevkinde her şeyi yapmalı, yaşamalı” diyen bir kadın olsun.
Neredeyse herkesin birbiriyle akraba olduğu memleketinde kendine ve kızlarına halel gelmesin diye, “yılanın ısırdığı kedi” misali “ip görse yılan sanan” bir kadın olsun.
Kaynanalarını sevdikleri kadar sayan altı damadı olsun.
Çocukları arasında ayrım yapmayan, elde olmayan nedenlerle oluşabilecek haksızlıkları ise kur’ayla önleyen biri olsun.
Biri yolda 22 torunu olsun.
En büyük torununun çocuğu sayesinde büyük anne olsun.
Öğretmen, avukat, diş hekimi, mühendis, genetikçi, işletmeci torunlarının, eczacı, psikolog, fizyoterapist adayı torunlarının neşe kaynağı bir an’ane olsun.
O doğuramasa da, kızlarından gördüğü her biri filinta gibi olan erkek torunlarının kullandığı son model arabalarda ön koltuğa oturup çevresine hava atmayı seven biri olsun.
Artık bir başına yaşadığı evini, küçücük bebesiyle gencecik yaşında dul kalan kadına yuva yapmış olsun.
Adını “Sedıka” koyduğumuz o kadının bunca sürede Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın buluştuğu sahil kenarındaki ziyaret yerine yakarıp dua etmek için kaç kez gittiğini, ateşe attığı pohurların miktarını, diktiği mumların sayısını, attığı turların hesabı tutulmadığı için bilemiyoruz.
Bildiğim Sedıka’nın acı çekerken hep ürettiği.
Bildiğim Sedıka’nın yaratıcı melankolik bir kadın olduğu.
Bildiğim hayatımda 30 yıldır olduğu.
Bildiğim onu çok sevip, saygı duyduğum.
Bildiğim daha çok uzun yıllar sevdikleriyle bir arada olmasını istediğim. (ŞD/SP)
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.