Virüs, kapitalizm, faşizm, yaşizm-1
Virüsün beraberinde getirdiği “ayrım”, sistemlere, toplumsala değdiği zaman da muhtemelen şimdiye kadar eşi-benzeri görülmemiş genişlikte, küresellikte bir yaşlı ayrımcılığına kapı aralıyor. Dünya genelinde, virüse karşı savaşta yaşlıların gözden çıkarılmasına varan çeşitli uygulamalara, Türkçede karşılığı olmadığı için izninizle “yaşizm” diyeceğim.
“Salgın saatinin akrebi uğursuzca geceyarısına yaklaşırken, ben yabancı bir tehdidin ya da atom canavarının insanlığı yok olmayla yüz yüze getirdiği 1950’lerin bilim kurgu romanlarını hatırlıyorum. Bilimciler alarm vermeye çalışırlarken, politikacılar tehlikeyi görmezden gelirler. (…) Şimdi de bizi, kapımızda gerçek -ve bilim kurgu romanlarındaki kadar korkunç- bir Canavar beklerken, vaktinde uyanabilecek miyiz?”
ABD’li yazar Mike Davis, bundan 15 yıl önce, 2005 yılında yayınlanan Kuş Gribi-Kapımızdaki Canavar isimli kitabını bu soruyla bitiriyordu.
Kitap boyunca dünyadaki eşitsizliğin, kapitalist sistemin, insan sağlığını değil kâr maksimizasyonunu önceledikleri için olası salgınlara karşı aşı araştırmalarından ziyade tekraren tüketilebilir ilaçların üretimine ağırlık veren ilaç şirketlerinin sağlığa yönelik korkunç yaklaşımını irdeleyen Davis, şu an dünyanın boğuştuğu korona virüsü tehdidine karşı da dolaylı olarak insanlığı uyarıyordu: “İnfluenza ekolojisinin uğursuz dairesini kapatan (…) negatif bir öğe daha söz konusudur: ekonomik küreselleşmenin ölçüsü ve etkisine denk düşen kapsamda bir uluslararası halk sağlığı sisteminin bulunmaması.”
Sahi ilaç/aşı üretiminden sağlık kurumlarına kadar, bu alanın tek tek rejimlerin biçimine bakılmaksızın, küresel bir kabul ve sorumlulukla ticaretin dışına çıkarılması talebi neden hiçbir zaman güçlü olamadı?
Soruyu ortaya yere bırakıp Davis’in Laurie Garret’ten yaptığı şu alıntıyla devam edelim: “Bir zamanlar ‘dünya sağlığının vicdanı’ olan Dünya Sağlık Örgütü 1990’larda yolunu kaybetti. Moralini kaybetmiş, yolsuzluk söylentileriyle kaynayan ve liderlikten yoksun örgüt sendeleyip bocalama sürecinde…”
TİTANİK’TEKİ TAHLİYE SANDALLARI
Halihazırda ABD’de görüldüğü üzere gelişmiş kapitalist devletler, herkes için erişilebilir bir sağlık sistemi kurmak yerine ilaç şirketleri lehine çalışırken, Davis’in naklettiği gibi “birçok Üçüncü Dünya ülkesi hükümeti, generallerinin dipsiz kuyuyu andıran yeni silah iştahları söz konusu olduğunda halk sağlığına ödenek ayırmaya pek niyetli gözükmemektedir.”
Davis’in bugünkü felaketin haberciliğini yapan analizinden yapılabilecek çok alıntı var ama kapitalizmin yarattığı sınıf hiyerarşisinde yangından, salgından, felaketten kimlerin nasıl etkileneceğine dair kuş gribi deneyimi üzerinden yaptığı benzetme, üstünden atlanılacak gibi değil: “Dünya halk sağlığı kaynakları, daha önceki HIV/AIDS felaketinde olduğu gibi kuş gribi tehlikesi karşısında da, Titanik’teki tahliye sandalları gibi örgütlenmişlerdir: Şirketin katı tutumu nedeniyle birinci sınıf yolcularının bir kısmı, hatta mürettebatının bir kısmı boğularak hayatını kaybedecektir; üçüncü sınıfta yolculuk eden yoksullarınsa tek bir cankurtaran sandalları bile olmayacak, bu yüzden hepsi buz gibi sularda yüzerek hayatlarını kurtarmaya çalışmaktan başka bir şansa sahip olamayacaklardır.”
Yine Davis’in, kitabının daha başında aktardığı gibi, “Hiç kimse kalabalık yığınlar adına yas tutmaz ya da bir soyutlamanın karanlık yönleriyle ilgilenmez. Bazı toplumsal hayvanlardan farklı olarak insanların kolektif bir keder güdüsü ya da hemcins türlerimizin yok edilmesi karşısında otomatik olarak harekete geçen bir biyolojik dayanışması yoktur. Aksine, en kötü halimizle veba salgınları, tsunamiler, katliamlar, soykırımlar ve yakın yıkılan gökdelenler, bizlere ahlâksız ve çoğu zaman hoş bir yücelik duygusu verir. Bir felaket karşısında kedere kapılmak için öncelikle onu kişiselleştirmemiz gerekir.”
VAHŞİ KAPİTALİZMİN ‘GEREKSİZLERİ’ ELEME VİRÜSÜ
Dolayısıyla bir felaketin sonuçlarının insanlığın ortak kederine dönüşebilmesi için, kaderin de ortak olması gerekiyor. Oysa korona virüsü salgınının insanı ortak bir kaderde buluşturmadığı, dolayısıyla virüsün ortak düşman olmadığı yavaş yavaş anlaşılıyor. Çünkü virüs, daha sonra tartışacağımız üzere sadece belli bir kesimi, esas olarak da yoksul, korunaksız yaşlıları vuruyor.
Virüsün beraberinde getirdiği bu “ayrım”, sistemlere, toplumsala değdiği zaman da muhtemelen şimdiye kadar eşi-benzeri görülmemiş genişlikte, küresellikte bir yaşlı ayrımcılığına kapı aralıyor. Dünya genelinde, virüse karşı savaşta yaşlıların gözden çıkarılmasına varan çeşitli uygulamalara, (İspanya’daki bir bakımevinde terk edildikleri için daha sonra yataklarında ölü bulunan yaşlılar) Türkçede karşılığı olmadığı için izninizle “yaşizm” diyeceğim. Bu ayrımcılığın İngilizcedeki kavramsallaştırması ageism, Almancada ise Altersdiskriminierung imiş. (yaşından dolayı ayrımcılığa uğramak).
Anlaşılan her meselede olduğu gibi bunda da ayıbı örterek “ilerlenmiş”, “bizde yaşlıların eli öpülür, onlara hürmet edilir” yalanıyla yola devam edilmiş olduğu için, Türkçede “yaşizm” gibi bir kavramsallaştırmaya ihtiyaç duyulmamış. Oysa kavramı olmasa da bu ayrımcılık hem çocuklara hem yaşlılara karşı hep vardı ve korona virüsü sayesinde en çıplak haliyle görünür oldu. Üstelik dünya ölçeğinde…
Yarın buradan devam edeceğim…
Not: Bu Yazı gazeteduvar.com.tr Sitesinde Yayınlanmaktadır.