Yaşçılık Virüsü
Gerontolog Robert Butler, 1969 yılında yaş ayrımcılığı / Ageism terimini ilk kez yaşlılara yönelik eyleme dönüşebilen bir ideoloji türü olarak tanımladı. Butler, yaş ayrımcılığının hem bireysel (kalıp yargılar, önyargılar) düzeyde, hem de kurumsal (yasal düzenlemeler, medya temsilleri, sosyal yaşamdaki temsiller) düzeyde işlediğini, insanların sadece yaşlarından dolayı istihdamda, sosyal ilişkilerde ve hizmet alımında ayrımcı davranışlara maruz kaldığını vurgulamakta.
Irkçılık ve cinsiyetçilik gibi, yaş ayrımcılığı da, yaş grupları arasındaki eşitsizlikleri meşrulaştırmak suretiyle sosyal ve ekonomik bir amaca hizmet ediyor. Aslında bu, yaşlıların nasıl oldukları ve göründükleri ile değil, iktidardakilerin onları nasıl gördükleri ve onlara nasıl anlam verdikleri ile ilgili; başka bir deyişle, kendilerini “yaşlı” olarak algılamayan ve güçlerini meşrulaştıran bir grubun yaptığı genellemelerden oluşmakta.
Yaşlılarla ilgili kullanılan bazı yaygın kalıp yargıların – • kendilerine bakamazlar • yeni şeyler öğrenemezler • eski kafalılar • korunmaya muhtaçlar • zihinsel ve fiziksel kapasiteden yoksunlar • toplum üzerinde yükler • unutkanlar • huysuzlar- yanı sıra , “Elin ermez, gücün yetmez”, “Çaptan düşmek”, “Ununu elemiş, eleğini asmış”, “Yaşından utanmıyorsan, ak saçlarından utan!” “Artık köşende oturma zamanı”, “Yaş yetmiş, iş bitmiş” gibi atasözü ve deyimler bu ayrımcılığı daha da çok derinleştiriyor.
Medyada yaş ayrımcılığı
Medya kuşkusuz yaşlılara yönelik toplumsal imgelerin ve tutumların oluştuğu en büyük kültürel arena. Küresel nüfus yaşlanmasına rağmen, yaşlılar medyada yanlış ve eksik olarak temsil edilmekteler.
Mağdur, yalnız, beceriksiz, savunmasız, bakıma muhtaç hatta topluma bir yük olarak yer alıyorlar. Uzmanların, yeni Koronavirus (COVID-19) salgınıyla mücadele etmek için yaş ayrımcılığına dayalı politikanın maşası olmaması gereken medyayı kullandıkları dil konusunda uyarmaları gerekiyor.
Özellikle hedef kitlesi gençlerin olduğu sosyal medya paylaşımlarında yaşlı yetişkinler, ya alay konusu ya da ‘öteki’ olarak karikatürize ediliyorlar. Ülkemizde son günlerde bununla ilgili oldukça seviyesiz espriler eşliğinde ortalıkta gezen çok sayıda videoya maruz kaldık. Yaşlıların şeytanileştirildiğine dair birçok olaya da tanıklık ettik. Örneğin, bir haberde, toplu taşıma aracına alınmayınca aracın önüne yatan 65 yaş üstü bir kadını görüntüleyip, hakaret eden iki kişiden biri, kadına “Çekil pis koronalı!” demekle kalmayıp, fiziki olarak da rahatsızlık veriyordu.
Günlük korona virüsü vaka ve ölüm bilançosu vermek için yapılan “Yaşlı ve direnci zayıf şu kadar sayıda hastamızı yitirdik”, “Hayatını kaybedenlerin yüzde 80’i, 60 yaş üstünde” “yoğun bakımda olanların %yüzde 75’i, 60 yaş üstü” vs. açıklamaları son derece rahatsız edici, bu vurguya yapılan eleştiriler ne yazık ki pek işe yaramadı halen aynı söylem azalmış olsa da devam ediyor.
Önyargılar zararlı
Yaşçılık/Ageism, toplumdaki önyargının son kalesi. ‘Yine de yaşlıydı’, ‘iyi bir yaşam sürdü’ ‘dünyaya kazık çakacak değil ya’ gibi ifadeler, gerçekten ne anlama geldikleri ve ne tür bir etki yarattıkları düşünülmeden kullanılıyor.
Yaşa dayalı önyargı birçok toplumda oldukça yaygın ve içselleştirilmiş halde, bu durum da doğal olarak yaşlıların ruh sağlığını olumsuz yönde etkiliyor. Çalışmalar, yaşlıların yüzde 85’inin sağlık bakımına erişimlerinin engellendiğini ve bu yüzden yaşlıların yüzde 95’inde, zaman içinde özellikle depresyon gibi psikiyatrik rahatsızlıkların çıktığını ortaya koymakta.
Yale Üniversitesi’nden Toplum Sağlığı ve Psikoloji bölümü öğretim üyesi Becca Levy yaşlılık ile ilgili olumsuz yargıların yarattığı stresin beyinde patolojik değişimlere neden olduğuna dair bulgulara ulaştıklarını açıklamıştı. Halbuki uzmanlar yaşlıların olumsuz yargılar ile anılmadığı takdirde, endişe, umutsuzluk ve intihara eğilimli davranışlardan uzaklaştıklarını iddia ediyorlar.
Koronavirüs salgını/Sağlık hizmetinden yararlanmada eşitsizlik
Koronavirüs salgını sürecinde, kimlere yaşam şansı verileceği, kimin ölüme terk edilmesi gerektiği konusunda karar verme birçok doktorun yüz yüze kaldığı bir durum. İtalyan Anestezi, Analjezi, Reanimasyon ve Yoğun Bakım Derneği (SIAARTI) tarafından yayınlanan yönergede yer alan ‘yoğun bakıma erişim için bir yaş sınırının belirlenmesi gerekli olabilir’ açıklaması uyarınca doktorlar bir hastaya yoğun bakımı ünitesinde iyileşme şansı sunarken, bir başka hastanın da yaşama şansını ortadan kaldırma konusunda karar alma zorunda kalıyorlar. Tıp öğrencilerinin Tıp Fakültelerinde aldıkları Tıp Etiği ve Deontoloji dersinde öğretilen yararcı etiğin kavramlaştırdığı “bir eylemin ahlaksal değerini, o eylemin yararı ile ölçme” formülü ile doktorlar, birini kurban ederken, öbürünün hayatını kurtarıyor. Buradaki ironi; Dünya Sağlık Örgütü’nün, “eşitsiz tedavinin meşrulaştırılmaması gerektiği söylemi” nin açık bir şekilde ihlal edilmek zorunda kalınması…
Yaşlılara karantina
İngiliz Gerontoloji Derneği ile Manchester Üniversitesi öğretim üyelerinden Debora Price ve Dr. Tine Buffel, kuşaklararası çatışma ve toplumsal uyumsuzluğa yol açan bu politikaya yapılan toplum itirazının aynı zamanda hak ihlalleri ile bir mücadele de olduğunu vurguluyorlar. Birleşik Krallık’da yaşlı yetişkinlerin çoklu sosyal rolleri düşünüldüğünde, 70 yaşın üzerindeki 8,5 milyondan fazla insanın karantinaya alınması, ekonomiyi, aileleri ve toplulukları destekleyen, verimli, aktif olan birçok insandan, toplumu mahrum edeceği konusu gündemde. Britanya’da yaşlılarla ilgili hükümet politikasının, kuşaklararası arası düşmanlık yaratıp topluma inanılmaz derecede zarar vereceği görüşü egemen. Newcastle Üniversitesi’nden Profesör Thomas Scharf, İngiltere’deki genç ve yaşlı arasındaki ilişkilere kalıcı hasar verilmesinin önünü kesmek gerektiğini söylüyor.
New York’taki NYU Tıp Fakültesi’nde tıbbi etik bölümünün başkanı Arthur Caplan, “İnsanlar gençlerin yaşamlarının yaşlıların yaşamlarından daha değerli olduğunu düşünüyor” açıklamasını yaptı. Caplan, NYU’nun, Bellevue Hastanesi gibi hastanelerin hangi hastaların tedavide öncelikli olacağına dair henüz bir hastane komitesi toplantısı yapılmamış olmakla birlikte, sadece hastaların yaşına değil aynı zamanda sağlık durumlarına ve bir dizi başka faktöre de bakılması gerektiğini ifade ediyor.
Nüfusunun yaklaşık yüzde 9’unun 65 yaş ve üstünden oluşan Türkiye’de yaş uygulaması yasağının etkili bir kamusal politika ve iletişim stratejisinden yoksun olması ile ilgili eleştiriler gündeme geldi. Dünyada yaygın olan uygulama, tüm nüfusun karantinası, ülkemizde 65+ yaş üstü yurttaşların aileleri sokaklarda gezerken, çocukları zorunlu olarak işe giderken ve aynı evde yaşarken bu kısmi tedbirlerden oluşan uygulama ne kadar adil ve gerçekçi?
Yaygın deneyimlenen ayrımcılık biçimi olan yaşçılık ile ister iş yerinde, ister hastanelerde, ister manşetlerde olsun, her fırsatta mücadele etmek gerekiyor. Sonuçta yaşlılar her yerdeler.. Ailemizde, komşularımız arasında, ayrıca şunu da asla unutmamak lazım, hiçbirimiz genç kalmayacağız, hepimiz bir gün yaşlanacağız… (YGİ/DB)
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.