Tarz-ı Hususi Bir Yayla: Namrun
Tarsus’a gittiğimde, Çamlıyayla’ya nam-ı diğer Namrun Yaylasına çıkamamıştık. “Namazın kazası olur, fırsatın kazası olmaz”, deyip, orada bir otelde kalan arkadaşımın davetine icabet ettim.
Çamlıyayla’ya dair |
Mersin-Tarsus, Konya-Ayrancı ve Niğde-Ulukışla ilçesiyle sınırdaş. Mersin’in en eski yaylalarından biri, Külpet Dağının eteğinde kurulu. 14 köyü/mahallesi var. Rakım 1430 m. Yüzölçümü 811 km2. Karasal iklim karakterinde. Arazisinin yüzde 85’i dağlık ve ormanlık. Yaban hayatı zengin. Kanyonlar, mağaralar, göller, nehirler, fosil alanları var. Rafting ve trekking yapmaya uygun. Namrun Kalesi, uzun süre Kilikya Ermeni Krallığının elinde kalmış. Osmanlılar, Memluk savaşları(1854) sırasında Namrun’u almış. Tarsus’un nahiyesi iken 1991’de ilçe olmuş. Ekonomisi tarım, hayvancılık ile (sezonluk ve günübirlik) yayla turizmine dayalı. Yazın nüfusu 100 bine çıkıyor. Kaynak: Mersin Valiliği Çamlıyayla köy/yer isimleri ilginç: Sümbüllük/Ahmetfakılı/ Becili Deresi/ Doktorfakının/ Evcili Burnu / Asma Arası/ Asmacık Koyağı / Çamlar Bağı/ Aynalı Pınar/ Bandırma Tepesi/ Karanlık Dere/ Mor Oluk/ Seki Meydan/ Cehennem Dere/ Çıkrıklık/ Kepenekli/ Zevzek Başı/ Arılık/ Çakal Koyağı/ Suç Atı Yaylası/ Tavuklu Deresi/ Cumayakası/ Bağçatağı/ Belçınar Darıpınar/ Körmenlik / Kisecik/Çayırekinliği. |
Otobüsten Tarsus’ta inip, Çamlıyayla dolmuşuna bindim. Gözlerim yeşilin mutlak hakimiyetindeydi yol boyu. Sarıkavak Köyündeki molada çay eşliğinde peynirli sıkma yemek iyi geldi. Bir yere ilk gelişte yaşanılan bil(in)mezlik kaynaklı şaşkınlığım kısa sürdü, arkadaşlarım Necla (Bal) ve Mualla (Benzer) karşılamaya geldiğinden.
“Esamet Hanım Konakları” adlı otele geldiğimizde, çok çeşitli ve rengahenk ürünlerle yaptığımız kahvaltı, bir haftalık yayla tatilimde alacağım kiloların habercisiymiş, meğer. İçindeki kahve parçacıklarının açılması için uzun süre kaynatıldığından köpüğü olmayan, çay bardağında sunulan ‘tarsusi’yi içtiğimde, yol yorgunluğum geçiverdi.
Yaylanın coğrafyasını tanımak, yerlisiyle yayla kültürüne ilişkin sohbet etmek, yemek kültürünü deneyimlemek, yöresel ürün alışverişi yapmak, yeni şeyler öğrenmek, güzel insanlarla tanışmak şahane bir şeydi.
Yayla çocuğu, Ayşegül Şimşek anlatıyor
Türkiye Alzheimer Derneği Mersin Şubesi sekreteri Ayşegül Şimşek’le aynı tarihlerde yaylada olmak, onun ağzından Çamlıyayla’yı ve yayla kültürüne dair bilgilenmek, geniş ailesiyle birlikte yaşadığı evlerine bayram günü –ve çocukluğuma- davet edilmek çok keyifliydi.
Şimşek, “Dört kuşaktır buradayız, en azından yaz aylarında. Yaylamızda evler arası mesafe olması, komşuluk ilişkilerimizin özel ve güzel olmasına engel değil. Burada herkes birbirini korur, kollar. Evlerin kapısı kilitlenmez. Evinizin önüne çıktığınızda gelen ilk araba alır sizi. Kış hazırlıkları, komşu dayanışmasıyla yapılır. Her tür meyveyi dalından koparır yeriz, yazın kurutup kışın yemek yeriz. Ağaçtan dökülen her tür meyveden sirke yaparız. Cuma günleri üretici pazarı, pazar ve pazartesi günleri sosyete pazarı kuruluyor, burada. Yaratıcılığımın gelişmesinde, çocukluğumda değişik ağaçların dış kabuğu, yaprak ve kozalaklarından yaptığımız oyuncakların etkisinin olduğunu düşünüyorum”, diyor.
Yayla çocuğu Şimşek’in yörenin yemek kültürüne dair söyledikleri bizi yönlendirdi. “Yörenin yüzük (mantı) çorbası, sıkma, bandırma (şeker sucuğunun pekmezlisi), paluze, (artık patentli) Namrun et sucuğu, karakuş tatlısı, pestil, cevizli sucuk, fındık lahmacunu, et tavası, pide ve peksimet çeşitleri, mamul kurabiyesi, meşhurdur. Ve karşambaç. Karcı dediğimiz kişiler dağlarda, kar kuyularında biriken kar kütlesini, karsambaç esnafına getirir. Tas içine kazılan karın üstüne pekmez veya reçel –istenirse taze meyve de– konarak yenilen karsambacın seveni çoktur. Yağmurlu günlerde –nedense– yapılan, içine bulgur, yeşil mercimek, soğan ve yeşil biber konularak yapılan lepe çorbasını, içine mercimek, kimyon ve ekşi katılan kabak çorbasını çok severim” diyen Şimşek ekliyor: “Oksijeninin Karadeniz ormanları ile eşdeğer olduğu yaylamızda kadınlar çok üretkendir, yazın ev işleri haricinde bağ-bahçeyle uğraşır, kışın da iğne oyası yapar.”
İğne Oyası motifleriMaydanozlu/ yıldızlı/ kızlar coşturan/ çakır dikeni/ berber aynası/ develik / küpeli/ nardane/ balıkağzı/ kayıklı/ adalya/ cimcime/ küpe/ düldül/ benek/ çarkıfelek/ damat bohçası/ kayıklı/ uyuz otu/ badem/ erik/ alıç/ limon/ bamya/ murt(mersin)/ zeytin /papatya/ teşbih/ portakal/ elma/ armut/ büber/ marul/ yasemin/ gelincik/ zambak/ mandalina/ sümbül/ püren çiçeği/ çayır çimen/ Namrun gülü/ yonca/ gül dalı/ karanfil/ yan karanfil/ üç güllü karanfil/ dağ sümbülü. |
Sanatçı ve koleksiyoner Uğur Şenel anlatıyor
“Mis gibiydi mis/ eteklerinde kelebekler/ sepetlerinde çiçekler/ gül çardaklarında dut ağaçlarında gezinen çocukluğum.// Nefis incir reçelleri/ kütür can erikleri/ nazlı gece sefaları/ ilmekleriydi mutluluğumun.// Güzeli güzel yapan çevremizdi/ zaman akıp gitti, şarkının dediği gibi/ bizler büyüdük kirlendi dünya/ şimdi arıyoruz çaresini bir büyülü diyarda/ Çamlıyayla’da” diyen Uğur Şenel (78) ile onun müze-evini yazıyla tanıtmak zor. Kendisiyle konuşmak, müze-evini görmek gerek.
Ticaret Lisesi mezunu Şenel (78), Tarsus’da yarım asır ticaret yaptıktan sonra, yaylaya, Namrun Kalesi eteğinde, envai çeşit ağaç ve çiçekle dolu bahçeli, iki katlı evine yerleşmiş. “Çok üretim, az tüketim” amentüsüyle, –maddi- dış dünya ile arasına koyduğu mesafenin sınırlarında yaşayan Şenel, Torosların Bolkar Dağlarındaki tüm vadileri köşe bucak bildiğinden yörede kaynak kişi olarak değerlendiriliyor. Müze-evi tur şirketlerinin programında yer alan Şenel’le tanışmak, mutlu etti beni.
Evin giriş katındaki mekanda sergiliyor: –çoğumuzun çöp diyebileceği ya da anlamlandıramayacağı– kuru dal ve kök parçalarından yaptığı heykelleri, iğne oyaları ile süslediği nazar ağaçlarını, süs eşyalarını. Değişik malzeme ve tekniklerle yaptığı resim ile maketlerin teması: Namrun ve Tarsus. Ahşap ve saçtan yapılma valizler, at küfeleri, para kasası, fosilleşmiş kara kovan peteği, bir odun yığının altında çok uzun yıllar kalan odun parçasında yetişen mantar fosili, kurutup boyadığı çiçeklerle yaptığı yerleştirmeler, her biri çok değerli ve hala çalışan dikiş makinaları, eski gazete ve mecmualar, bazı belgeler ve daha birçok şey.
Şenel, müze-evindeki her bir parçayı, bahçesindeki az rastlanılan bitki-çiçekleri anlatmaktan, biz de dinlemekten keyif aldık. Terasta, elinden çıkma bahçe mobilyalarında oturup, yetiştirdiği meyvelerden yedik, püfürdeyen rüzgarın eşliğinde. Yolum bir daha buraya düşerse, Şenel’in rehberliğinde Bolkar Dağlarını ve yörük köylerini gezmek isterim.
Genç girişimci Alp Erdem anlatıyor
“Çocukken yaz tatillerinde yaylaya, babaanneme geldiğimde sıkılırdım, aklım denizde olurdu hep. Büyüyünce anladım yaylanın kıymetini” diyor Alp Erdem (34). Babasına miras kalan ve babaannesinin adını verdikleri otelin işletmecisi olan Erdem, Kanada’da Vancouver Island Üniversitesinde turizm okumuş. 2015 yılında, ülkeye –ve güneşli havalara– dönüyor. Erdem’in ufku çok geniş ve mimar annesi ile mühendis babası en büyük destekçisi.
“Bizimkinden önce sadece bir otel vardı. Çamlıyaylalı girişimcilere ‘ben yaptım, hadi siz de yapın’ örneği olsun istiyorum burası. Konaklama tesisi ile yatak sayısının artması, hepimiz için önemli. Ev pansiyonculuğu geliştirilmeli. Burası oksijen ve sağlık demek. Yeşillik huzur veriyor insana. Yayla yaşamındaki ‘ye-iç- yat’ anlayışı değişmeli. Boş zaman değerlendirici aktivite –neredeyse– hiç yok. Avrupalılar ile ilk yoga kampı ve sağlıklı yaşam kampını gerçekleştirdik bu yıl” diyor Erdem.
Tüm enerjisi ve girişimci ruhuyla, yeni yürüyüş rotaları çıkartmak, kent-tarım-çevre-yemek kültürünü geliştirmek, hizmetleri standartize etmek kısacası yayladaki turizm ekonomisine katkı sağlamak isteyen Erdem, Yörük kültürüne dair yapılacak çok şey olduğuna inanıyor.
“Çamlıyayla’nın eksileri ve artıları ile riskleri ve fırsatlarını masaya yatıracağımız sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, işletmecilerin de katılacağı bir çalıştay yapacağız, önümüzdeki aylarda”, diyen Erdem’e iyi yolculuklar diliyorum, yürekten.
Başka, başka, başka…
Bisikletle değil, şoför Yılmaz Bey’in (76) taksisiyle keşfettik birçok yeri. Uzman bir kişiyle yöre çam ağacı çeşitlerini tanımak isterdim. 1100 yaşını doldurmuş anıtsal ana ardıç ağacını göremedim. Papazın Bağında alabalık yemek yerine, Atdağı’nda –hasseten önerilir– tavuk yedik. Yerel rehber bulamayınca Cehennem Deresi’ne ve diğer kanyonlara gidemedik. Şeker mısır yemek, mor domates ve kızılcık almak, güzelim suyundan içmek için Ergene’ye gittik. Namrun Kalesinin başarısız restorasyonuna –ve boyanmasına- üzüldük. Çini (krater) Göl, Altıparmak Gölü ile Yazıgöl’ü göremedik. Zevzek Tepesini Sinap Kalesini uzaktan gördük. Yaylanın ‘edalı’ çayından içtik her fırsatta. Kozağacı’ndaki restoranda yediğimiz yöresel yemekler efsaneydi. Zaten çok az çıkan yöre safranından almadık. Namrun sucuğuna bayıldık. Deri tulumu, çökelek, zeytin, kekik, bandırma, Damraz kirazı kurusu, peksimet vb. aldık. Kendimizi sık sık Florya Pastanesinin muhteşem ekler pastası ve aşureli dondurmasıyla ödüllendirdik. Mamul yiyemedik. Fındık lahmacun yedik, elbette.
Yayla –en çok da arkadaşlarım iyi geldi bana.
“Esnafına sahip çık”
Yaylada zincir marketler açıldıktan sonra, yerel esnafın cirosu düşünce, Çamlıyayla Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Emin Sakallı’nın bastırdığı afişin metni:
“Alışverişini yerel esnaftan yap
İyi ve kötü gününde düğünde ve cenazende yanında olan,
Kimi zaman anahtarını, kimi zaman çocuğunu emanet ettiğin,
Gördüğünü değil,lazım olanı aldığın,
İyi günde kötü günde hep selam verdiğin
Esnafına sahip çık”
(ŞD/AS)
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.