Sinema Festivalleriyle Şenlenen Ankara
Ankara’yı film festivalleri zamanı daha bir severim. Hayatı ikişer saatlik zaman dilimleri halinde sinema koltuğu ile perde arasına sıkıştırmak iyi gelir bana. Sokağa çıktığımda, daha bir katlanılası gelir olup-biten; ta ki filmin etkisinden kurtulana dek.
Ankara Uluslararası Film festivali 22, Gezici Festival 17 yıldır, Uçan Süpürge 14 yıldır şenlendiriyor Ankara’yı. İf Ankara Bağımsız Filmler Festivali ve İşçi Filmleri Festivali son altı yılda hayatımıza girdi.
2011-Kasım ayında bir festivalimiz daha oldu; Pembe Hayat Derneği’nin düzenlediği Kuirfest. Dilerim yolu açık olur.
Ve bir sürpriz daha oldu. Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, “10 Aralık: Uluslararası İnsan Hakları Günü” vesilesiyle, “Avrupa Birliği İnsan Hakları Film Günleri” başlattı.
Yedi festivalimiz var
2011’de başlayan iki yeni sinema festivali ile biz Ankara’lılar, İstanbul’lulara fark attık anlayacağınız. Elçiliklerin düzenlediği sinema günlerini de eklemeliyim.
Ankara’nın festival mekanları Kızılay Büyülü Fener, Kızılırmak ve Batı Sineması. AVM sinemalarını sevmediğim için hiç katılmadığım İf’in mekanı ise Cepa. Alman Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi salonları. Bu mekanlar Kızılay’da olduğundan ulaşım sorun değil.
Tanımadığım ülke sinemalarıyla tanışma, kaçırdığım filmleri izleme, sevdiğim bazı filmlere denk düşme, vizyon öncesi izleme, ödüllü filmleri yakalama, bazılarını ucuza ya da ücretsiz izleme, emeği geçenleri tanıma olanağı verdiği için seviyorum festival insanı olmayı.
Bir yönetmeni değişik filmleriyle derli toplu tanıma, bir tema altında toplanan filmleri bir arada görebilme, ulaşım güçlüğü çekilen belgesel ve kısa filmleri izleme, atölye çalışmalarına, panellere ve benzer yan etkinliklere katılma, taşkalası nedeniyle de seviyorum festival insanı olmayı. Hatta, hayatı bir süreliğine sinemayla sınırlandırmak bile tek başına yeterli, benim için
Programı edinmek, okuduklarımdan ve sanal alemden de yararlanarak film seçimini “olmazsa olmaz”larım ve “olursa olur”larım diyerek yaparım. Ekonomik zaman yönetimidir burada aslolan.
Biletleri erkenden almak hep en arka sıra sol baştaki ilk koltukta oturma lüksünü sağlar. Cüzdanımda hazine gibi saklarım onları. Kaybetmeyi, yanlış bilet vermeyi de başardığım olur.
İşyerimden yıllık izin alırım ya da kaçarım bazen.
21 seanslarına zorunlu olmadıkça girmem. Aynı filmin birden fazla gösterimi varsa hafta içi ve gündüz olanları tercih ederim. Göreli olarak ucuz erken seanslarını da göz önüne alırım. Söyleşili 19 seansları da cazip gelir. Günde iki üç film izlerim ortalama.
“Beyaz Geceler”imize dair
“Beyaz Geceler”imiz vardı bir dönem. Gece 12’de girip sabah 6-7de çıkardık. Tekmili üç film birden. Ve iki bilet alırdım rahatça yayılabilmek için. Film aralarında çorba içmeye bayılırdım. Çıkınımızdaki yiyecekleri paylaşırdık yanımızdakilerle.
Son filmde uyurdum genellikle; ayıptır söylemesi. Sabahın köründe dışarı çıktığımda geçici körlük yaşardım. Artık olmuyor “Beyaz Geceler”. Olsa da, gidemem zaten horlayarak filme ek müzik yapmamak için
Uzun yıllardır sadece festival zamanları karşılaştığım ve üç beş cümleden öte konuşmadığım insanlarla izlediğimiz ya da izleyeceğimiz filmler üzerine hasbıhal eyleriz.
Bencileyin 40+ yaştaki bir grup insan vardır; çoğu emekli. Salonun iklimlendirilmesi yetmez çoğu kez. “Ayyyyy; iyi ki izledim” derim çokça. “Amannn; keşke izlemeseydim” dediğim olur nadiren.
Ve bitiminde boşluğa düşerim. Elbette yorgun da…
Pembe Hayat: KuırFest
Bu yıl ilk festivalimiz, Türkiye’de bir ilk olan “Pembe Hayat KuırFest” oldu. 17-24 Kasım’da Büyülü Fener sinemasındaydı. LGBT temalı ve ayrımcılık- şiddet içerikli 50’ye yakın film vardı. “Zenne” ve “Nar” filmlerinin Ankara Galası yapıldı.
“Nar“ı izlemek iyi geldi bana. Çok sevdim; Ümit Ünal’ın bu filmini. “Ara” ve “Gölgesizler” filmleri aracılığıyla tanışmıştım onunla. “Nar” sayesinde kendisiyle ve oyuncularıyla da tanıştım. Hele ki arka jenerikteki “Nar Taneleri” şarkısına bayıldım.
Teddy Jüri Ödülü’nü alan ‘Tomboy’u (2011) geç seansaları nedeniyle kaçırdım; dilerim geç te olsa vizyonda izleyebilirim.
Tom Tykwer’in ‘Üç’/ ‘3’ (2010), ‘Birkaç Günlük Mola’/ ‘A Few Days of Respite’ (2010), Romeolar’/ ‘Romeos’ (2011), ’80 Gün İçin’/ ‘For 80 Days’ (2010) aklımda uzun süre kalacak ve beni düşünmeye sorgulamaya davet eden filmler oldu.
“KÜLT” bölümünde Jean Genet’nin ‘Un Chant D’amor/Bir Aşk Şarkısı’ çok etkileyiciydi. 22 dakikalık film insanda 222 dakikalık etki bırakabilirdi ama hemen devamında Genet’nin eserlerinden ve özellikle bu filminden esinlenerek çekildiğini öğrendiğim ‘Poison/Zehir’i (1991) izleyemeseydim çok üzülürdüm.
Müjde Ar’ın oynadığı ‘Köçek’i ve ‘Dönersen Islık Çal’ı uzun yıllar önce izlemiştim. Ama barmen bir cüceyle, seks işçisi bir transın hikayesini anlatan ‘Dönersen Islık Çal’ı bir kez daha keyifle izledim.
Bilvesile Pembe Hayat Derneği’ne teşekkürler. Devamını bekliyoruz KuirFest’in biline.
“Gezici Festival”
Ankara Sinema Derneği’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkısıyla düzenlediği, 17 yıldır sinema dünyasında bizi gezdiren “Gezici Festival” 2 Aralık’ta başladı ve 8’inde “Yangın Var” filmiyle bitti.
14 film izledim bu sürede. İlk filmim “Geceyarısı Kovboyu” idi. 12-13 yaşında Söke’de Dicle Sinaması’nda izlenmiştim bu filmi. Aradan geçen 40 yılda sadece ben değil Jon Voight ve Dustin Hofman’da yaşlanmış.
Şebnem Vitrinel’in “Geriye Kalan”ını, Muzaffer Özdemir’in “Yurt”unu, Tuncel Kurtiz’in “Gül Hasan”ını, Onur Ünlü’nün “Celal Tan Ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”ni, Murat Saraçoğlu’nun “Yangın Var”ını erkenden izledim festival sayesinde. Hepsi iyiydi, hoştu. En çok “Geriye Kalan”ı sevdim. Gerekçesi uzun; belki de bir yazı konusu.
Bu festivalde “Dardenne Kardeşler”le tanışıklığım pekişti; Rosetta, Söz, Oğul filmleri sayesinde. Sinemada insancıl dili sevdiğimden mi ne? En çok hangisini mi sevdim? Ayırmak zor ama yanıtım elbette “Bisikletli Çocuk”
Avusturya sinemasından Markovics’in 2011 yapımı “Nefes (Breathing)” filmi herhalde uzun süre yer edecek belleğimde. Haksızlık etmeyeyim “Dalgaları aşmak” filminin yönetmeni Lars von Trier’in elinden çıkma “Melankoli”nin konusu, müziği, kamerası da muhteşemdi.
“Deliliğin Uzun Tarihi”ni nasıl atlarım? Film enterasandı, çok renkliydi, psikanaliz üzerine düşündürücüydü. Delilerin (!), psikanalisti yargılaması bölümü çok etkileyiciydi.
“Umut Limanı”nı (La Havre) en sona sakladım. Kaurismaki’nin (2011) filmi. Marcel Marx eski bohem. Liman kenti La Havre’ye yerleşip ayakkabı boyacılığı yapmağa başlıyor. Karısı dahil çevresindeki herkesle dost. İngiltere’ye gitmek üzere yol alan içi Afrikalı yasadışı göçmenlerle dolu konteynerdan kaçan İdris’le tanışması üzerine masal tadında bir film. Bizi mülteciler konusunda düşünmeye davet etti.
(Ankara’lılara müjde… Bu filmi 11 Aralık Pazar saat 19.30’da, Kızılırmak Sineması’nda izleme olanağınız var; hem de ücretsiz.)
Bu kez kısa film izleyemedim ve sair bir etkinliğe katılamadım. Kısmet diyelim… Bilvesile Ankara Sinema Derneği’ne teşekkür edip, Sinop ve İzmir için “İyi yolculuklar” dileyeyim.
AB İnsan Hakları Film Günleri
Avrupa Birliği (AB) Türkiye Delegasyonu’nca düzenlenen “Avrupa Birliği İnsan Hakları Film Günleri” 8 Aralık’ta Alin Taşçıyan’ın yönettiği “Sinema ve İnsan Hakları” konulu panelle başladı. Çiğdem Mater, Deniz Türkali, Fatih Özgüven’in katıldığı panel çok keyifli geçti.
Sonbahar, Vahşetin Çocukları, Yağmuru Bile, Önce Hayat, Yapabiliriz, Trans, Umut filmleri gösterilecek. Her biri çok özel filmler… “Ben Yağmuru Bile”, “Yapabiliriz”, “Vahşetin Çocukları”nı izleyebileceğim. Ve fırsat yaratabilirsem Umut Limanı’nı 4 gün arayla bir kez daha. (Ankaralılara 2. not: Film gösterimleri ücretsiz )
Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’na teşekkürler, devamını bekliyoruz.
İf, Ankara, Uçan Süpürge, İşçi Filmleri
Yazıyı acilen sonlandırmam gerek. Çünkü “Yağmuru Bile‘ye yetişmem gerek.
“İf Bağımsız Filmler”, “Ankara Uluslararası”, “Uçan Süpürge”, ve “İşçi Filmleri” geliyor sırada. Ankara’lı sinemaseverler sizleri yalnız bırakmayacak yine. (ŞD/BA)
* Şadiye Dönümcü, sinemasever.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.