Güllerin Dikeni Yüreğini Acıttığı İçin Yorgun Düşer Kadınlar
bianet’te yayımlanan “Gül Derlemekten Elleri Yorulan Kadınlara Dair” başlıklı yazıma yazılı-sözlü tepki veren kadınların kimliklerini kendime saklayıp, onaylarını da alarak –ve özetleyerek– sizinle paylaşmak isterim.
İlk mektup Neriman’a ait…
“Gül derlemekten elleri yorulan kadınlara dair yazınızı okuyunca size yazmak istedim; gül derlemekten –şimdilik– yorulan bir kadın olarak.
Aynı evin içinde, iki pansiyoner gibi yaşadık eşimle, son yıllarda. Aynı mekanda ayrı iç dünyalarda ve bağımsız şekilde, müdanasız ve müdahalesiz yaşıyorduk. Değil konuşma, kavga bile etmiyorduk. Bu sıfır iletişime rağmen cesaretim yoktu boşanıp, yeni bir yaşam kurmaya.
Bir sabah, banyoda saçlarımı kuruturken, yüzümü inceledim; aynaya yansıyan. Bulutlu gözler, gölgeli bir yüz, susmuş bir ifade.
O akşam “Bu iş buraya kadar” deyip, akşama dava açacağımı söyledim eşime. Şaşırdı ama kararlılığımı görünce ‘tamam‘ dedi. Ailelerimize, arkadaşlarımıza söylemedik hiç; caydırmaya kalkışmasınlar diye.
13 yıllık süren bir evliliğin, hakimin verdiği kararla bitmesi hüzünlendirdi beni. Galiba daha çok da korkuttu. Babamın ‘Boşanarak, kafamızı yere eğdirdin’ demesi içimi acıttı.
Zor günler geliyordu… İşyerimde hemen açıklayamadım; boşandığımı. Güçlenmemi bekledim. Sorulara-manidar yorumlara hazır değildim psikolojik olarak. Daha önceki benzer durumdaki kadın arkadaşlara uygulanan dışla(n)maya hazır olmadığım için belki de. Nüfus cüzdanımı değiştirip, eski soy adıma döndüm ama, işyerime bildirmedim. Uluslararası Gıda Fuarı’na katılmak üzere bir aylık yurtdışı görevi verilince, pasaport işlemleri nedeniyle ortaya çıktı boşandığım. Üzerime dikilen bakışları hissettiğimde, ardımdan yapılan yorumları duyduğumda kendimi kötü hissettim.(…)
Ne zormuş ‘dul kadın’ olmak. Her şey değişiverdi; ben boşanınca sanki hayatta. Bunca yıllık emeğimden, son derece dolgun olan maaşımdan vaz geçebilseydim; istifa edecektim.
Ben de duvar ördüm; işyerimdeki –özellikle erkek– arkadaşlarla. Aman laf-söz olmasın diye. Ben kendimi çektikçe, onlar daha çok üzerime geldiler. Sonra yoruldular ya da kendilerine başka dedikodu kaynakları buldular da, benle uğraşmaktan vazgeçtiler. ‘Evliliği bile beceremeyen’ ben, ‘kaybedilir’ diye bakılan bir davayı kazanıp da, şirkete çok anlamlı bir gelir sağlayınca, üst düzey bir yetkilinin ‘ hayret ya; o haliyle –boşanmış yani– nasıl kazandı bu davayı’ dediğini duyduğumda o kadar çok üzüldüm ki; anlatamam. (…)
Kırılganlığım arttı ama bunu sadece ben biliyorum. Dışarıya karşı çelik gibiyim. Bu toplumda en kolay şey evli kadın olmak, en zoru da dul olmak…
Gül derlemekten –şimdilik– yorulan bir kadın olarak, selamlarımı gönderiyorum size.”
* * * * *
İkinci mektup Sülün’den geldi.
“(…)Mevzuata uygun olmayan bir işlem yapmamı isteyen amirime yapamayacağımı söyleyince, tartıştık yüksek sesle. Sinirlendi. Beni genel müdür yardımcısına şikayet etmiş. Makama çağırıldım. Konunun kendisine anlatıldığı gibi olmadığını öğrenen genel müdür yardımcısı ‘Siz de biraz saygılı olun, amirinize. Ve sinirlerinize de hakim olun!’” deyince tepem attı: ‘N’apmışım ki?’ diye sordum. Kızarıp, bozardı ve de yutkundu: ‘Bazı sorunlarınız varmış.’
İki ay önce eşimden boşandığım, kızımla birlikte annemlerin yanına taşındığım biliniyordu işyerimde. ‘Evet’ dedim ‘sizin yok mu?‘
Banka kredisi çekerek aldığı evini, taksitleri ödeyemediği için sattığı biliniyordu işyerinde. ‘ Evet, şey… ama’ diye kekeleyince gözlerimi diktim gözlerine. ‘İzninizle’ deyip odadan çıkıp, tuvalete attım kendimi. Ağladım, ağladım. Yazınızı okurken de ağladım: aradaki boşlukları doldurarak.(…)
* * * * *
Üçüncü mektup Münevver’e ait…
“(…) Dul kadınların sorunlarını dile getirmeniz güzel ama, onları pesimist varlıklar olarak göstermişsiniz yazınızda. Hayatın tüm alanlarında evli-bekar-dul tüm kadınların ortak sorunları var. Ve konumlarından kaynaklanan farklı sorunları. Siz çekindikçe, ürkek davrandıkça birileri üzerinize gelir. Kadınlar zaten hep kendini koruyup, kollamak durumunda… Ama millet laf edecek diye hayatı daha da zorlaştırmanın manası yok… Saklambaç oynamasın kendileriyle benimle aynı konumu paylaşan kadınlar… ‘Güç bende/bizde’ diye bağırsınlar’ (…) ‘
* * * * *
Dördüncü mektup Pınar’dan geldi.
“Evlilik iki kişilik, boşanma tek kişilik sanki. Sanki kadınlar sadece kendilerinden kaynaklı nedenlerle boşanıyor.(…) Annem ‘Dayansaydın; kızım biraz daha’ dedi bana. ‘Sen dayandın da n’oldu? Sağlığından olmadın mı?’ deyince bozuldu. İki çocuğumla kolay olmayacağını elbette biliyordum. Evliyken de zordu. Hiç değilse başım rahat şimdi. (…)”
* * * * *
Beşinci mektup Gizem’den geldi.
“33 yaşındaydı eşim, öldüğünde. Oğlum iki yaşında babasız, ben 28 yaşında dul kaldım. İkimizin ailesi de kıt-kanaat geçinen insanlar; bana madden yardım edebilecek durumları yok. Aldığım maaş sınırlı, ev kira, Mert’in kreş parası. Akşam çocuk uyuduktan sonra öğrenci tezi yazıyorum ek gelir için; sayfası iki liraya. Kayınpederim ‘namusumuza halel getirme, gelin kız’ dedi ilk bayram ziyaretinde. Torunlarına bayramlık alamadığım için üzüldüğümü söylediğimde; üzerine alınmadı aynı insan.
Evlilik… Yeni bir evlilik zor; çocukla… Zavallı, yazık diyerek güya acıyor bazı -evli- hemcinslerim bana; her işimi kendim yapıyorum diye. Eşimin ölümü de, dul kalmak da tercihim değildi.(…)”
* * * * *
Altıncı mektup Ayşe’den geldi.
“(…)Bir sürü evli kadın ekonomik bağımsızlığı olsun/olmasın, sırf dul kadın etiketi yapıştırılmasın diye kendine, boşanmıyor. Kötü bir evliliğin sürmesinin en çok kendine ve çocuklarına zarar verdiğinden habersiz. (…)
* * * * *
Arkadaşım Bilsel’in “Gül Derlemekten Elleri Yorulan Kadınlar” için yazıp, bana telefonda okuduğu şiiri de sizinle paylaşmalıyım.
“Dölyatağımdır evim…
Derli topluydu artık zaman…
Ele geçirilmiş ve ele geçmiş oralardan uzakta
Soğuktan sıcağa, sıcaktan soğuğa dolup boşalan toprak
Başka yerde kurulacak bahçe işte burada.
O günler, iki gece…
Beden ölüme de yatabilir
Geç kalsalar, dinlene dinlene uyuyacak ve…
Kimse anlamaz!
“Kimse”ler de yok, anlamlar da
Olmayan kafanın mümkün değil olmayan anlama erişmesi…
Sesinizi duymuyorum. Seslenmek ve ses!
Masalar sandalyeler koltuklar
/ve inanamayacaksınız/
Kağıt ve kalem de yok.
Bedenime bir cenin yerleşti şimdi.
Merak etmiyor, dili yok, elleriyle sadece göbek bağını tutabiliyor, yemiyor, içmiyor, doğmak istemiyor…
Beni bir daha doğurma anne…
Anladım o değil gerçek doğuş…
Şimdi oyundayım…
Oyun sırası hayata geldi,
O zamandı gövdeme yerleşik olan ceninin doğma sancıları…
Acımıyor her yanım, sargılarım sargılarım…
Aşkıma aitim ve aşkım da kendim
Burası…”
* * * * *
Yazdığı uzun ve duygusal mektubun paylaşılmasını istemeyen Duygu’nun telefon konuşmasında söylediği iki cümle çok etkiledi beni…
“Mahkeme velayeti size, anneye yani, verdi diye çocuğunuzu babasından saklayan kadınlar; kendilerine kötülük yaptıklarının farkında değil. Baba ilgi ve sevgisi çocuğu güçlendirir, dolayısıyla annesini de.”
* * * * *
Son mektup Hacer’den…
“(…)Gül derlemek yormaz kadınları… Güllerin dikenleri ellerini, yüreklerini acıttığı için yorgun düşerler(…)
* * * * *
Gül derlemekten elleri yorulan ya da ellerine gül dikeni batınca yorulan kadınların sayısı her geçen gün artıyor ve bu durum en başta ‘akran dayanışması’ gerektiriyor; galiba… (ŞD/BB)
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.