Sigarasız, Başka Bir Yaşam Mümkün(Müş)
Sigara içmeye on iki yaşında yatılı okulda başladım. Öğretmenlere yakalanmam durumunda okuldan tart edilme / atılma olasılığı bile vazgeçirtememişti. Muhtemelen özenme nedeniyle başladığım sigarayı genellikle okuldan kaçarak Ortaklar’a giden erkek arkadaşlarımıza aldırtırdık.
Parası çok olan “Bafra”, benim gibiler de “Birinci” sigarası içerdi. İlk başladığım(ız) zamanlar izmaritte kalan tütünü yemek gibi bir eğilimimiz de vardı. Genellikle tuvalette içerdik. Sigara kardeşliği kurmuştuk aramızda. Ailesinden harçlık gelen, stok yapardı. Paketi belli yerlere zulalar, yanımızda adet bulundururduk. Kibriti de küçük bir parça kav ve çöp halinde taşırdık.
Bazı öğretmenlerimiz işaret-orta parmaklarımızın sarardığını görseler de, “İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti”nin iktidarına denk gelen bu süreçte zaten açık vermemizi bekleyen idareye malzeme yaratmamak için ses çıkartmazlardı.
Sınıfımız büyüdükçe medeni cesaretimiz arttığından, öğretmen lojmanına bitişik etüt sınıfında, idare binasındaki öğretmenler odasının arkasında bile içer olmuştuk.
Annem bilir, hatta ikmal etmemize bile destek verirdi. Babam yaman bir tiryakiydi. Ağızlığındaki izmarite dönüşen sigaradan yenisini yaktıktan sonra çıkartıp, söndürürdü.
|
Babamın paketinden sigara yürüttüğümüz bile olurdu. Yaz tatillerinde bakkaldan babama alıyormuş gibi, rahatlıkla sigara alırdık.
O zamanlar sigaranın zararları bilinmez miydi ki! Sanki o yılların içicileri -en azından başlangıçta- daha mı masumdular? Bilemeyeceğim.
Hatırladıklarım, babamın bitmek bilmeyen öksürük krizleri, annemin ona “iç bakalım sen iç!” diye söylenmeleri, keyiflendiği zamanlarda sigara tellendiren annemin küçücük yaşlarda sigaraya başlayan çocukları için “beşi de baca gibi tütüyor” diye hayıflanması.
Üniversiteye başlayacağım yıl babamı akciğer kanserinden kaybettik. Hastalık 38 günde alıp götürüverdi onu aramızdan. Annem içtiği keyif sigaralarından o aralar doğan torunu nedeniyle bir bayram sabahı yemin ederek vazgeçiverdi. Bize de hep yalvardı: “İçmeyin şu meredi”
Sınırlı olan harçlığımdan sigaraya para ayırmak rahatsız edici olsa da, kendimizi çevreye kanıtlama, yasaklara karşı çıkma vb. nedenlerle küçücük yaşta başladığımız sigaraya alışmıştım.
Üniversitede kantinde otururken “filtreli sigara içebilen mutlu azınlık” temsilcilerinin “Ciğerlerinizin bayram etsin!” diyerek ikram ettiği Samsun ve Maltepe’yi içerken keyfimiz tavan yapardı. O zamanlar sigaranın şahı 216 Samsun idi. Filtreli sigara almağa elim düzenli ekmek tuttuğunda başladım.
O yıllarda şehirler arası yolculuklarda otobüslerde sigara içiliyor olmasını şimdi aklım almıyor. Ne denli iğrenç ve insanlık dışı bir şey(miş meğer) Molada içilenler yetmez, otobüs daha hareket etmeden yeni sigaralar yakılırdı. Yolculuk esnasında dumandan gözlerimiz yanar, indiğimizde de leş gibi kokardık
Hamilelik dönemimde içmemeğe özen gösterdiysem de, çok başarılı olamadığımı -utanarak- itiraf etmeliyim. Bebeklerimin yanında içmemeğe gösterdiğimiz azami özen 4-5 yaşına geldiklerinde süreç içerisinde azalmağa başladı.
İşyerimde sigara içenlerle içmeyenler arasında çıkan sorunlarda denge unsuru olmağa çalışsam da, içtiğim için objektifliğim inandırıcı olamıyordu.
Ankara’nın kirli havasının -elbette sigaranın değil(!)- kronikleştirdiği larenjit, farenjit vb. gibi ‘it’li hastalıklarım hüküm sürerken, dilim dışarıdan içeriye girmese de, sigaramı ihmal etmezdim. Haklı olarak laf edenlere, yenisini yakarak cevap verirdim.
Çünkü sigara bağımlısına, sigaranın zararları konusunda konuşmanın anlamsızlığına inananlardanım. Zararlı olduğu herkes tarafından bilindiği halde, tüketimi biraz da hoş görülen bu sigara ile içicisi arasındaki bağımlılığın tuhaf bir ilişki olduğunu düşünürüm hep.
Sigarayla ilişkimin tutkusu zaman zaman azalan/artan aşklara benzediğini düşünürüm. Örneğin: iklim değiştirdiğim ilk günlerde, yazın güneş altında, kapalı ve kalabalık mekanlarda içemez, akşamları ve hafta sonları göreli olarak daha az içer, elim boş ve sohbet ortamı varsa tüketimim artar, çalan her telefonla, gelen her konukla, her yeni bardak çayla içerdim.
Sıkıntılı olduğumda artan tüketim, keyifli olduğumda azalırdı. Çalışırken ise elimden eksilmezdi. Kendi içtiğim sigaranın kokusuna dayanamayan bir insan olarak üstüme, saçlarıma sinen kokuyu ne yakılan mumlar, ne de açılan pencereler yok edemiyordu.
Başkasından istemekten utanmadığım tek şey sigara oldu. Lokantadaki garsondan, yolculukta yanımda oturan kişiden istediğim bile olmuştur.
İnsanın sigaraya verecek parası hep olur, aynı ev kirası gibi. Önce sigara alınır, kira ödenir; kalanıyla karın doyurulur ya. Zam geldiğinde -inadına tüketimim artardı. İçtiğim sigaranın markasını ise çok zor değiştirirdim.
Ne dumanında 4 bin çeşit kimyasal madde bulunması, ne 2 bin tanesinin vücuduma zarar vermesi, ne de 55 tanesinin kanser oluşumuna katkı verdiğini biliyor olmam o marazi aşkı nihayetlendiremedi. Taraflar açık ve netti bu hususta.
Derslerin, toplantıların, yolculukların en çok teneffüslerini/molalarını sevmişimdir. Sigaranın da en çok ilk nefesini. Dağınık kişiliğim nedeniyle çantamda, masamda ya 5-10 çakmak bulunurdu ya da hiç.
Birinden çakmak isterken “Şeyi yiyen kaşığını yanında taşır ama!” derdim. Evde ocaktan sigara yakma alışkanlığım nedeniyle kahküllerimin ucu hep yanık olurdu.
Güne sigara içerek başladığımdan, sabahın köründe bu kokudan rahatsız olan kızlarım yakındıklarında, söylenecek sözüm olmadığından susardım. Daha kreş yıllarında sigaranın zararlarını öğrenen minicik kızımın “Ben senin kanserden ölmeni istemiyorum” dediğinde gözlerine bakamamış, odaya kaçmıştım. Çocuklarımın bazen ifrata varan sigara düşmanlığından, mütecaviz tavırlarından “hiç değilse içmeyecekler” diye mutlu oluyordum.
Sigaranın, belki şişmanlık ve yaşın da etkisiyle, özellikle merdiven-yokuş çıkarken solunumda zorlandığım halde, başkası söylediğinde inkar etmesem bile hafifletici nedenlerle savunmaya geçerdim.
Bazen sigarayı içmez, adeta yerdim. Sigarayla arama ağızlık gibi, şeylerin girmesine izin vermezdim. Sigara içmezlerin, içenlere ilişkin geliştirdiği tavrı bilen bilir. “Sigara içmeyenlere haksızlık bu. İçmeyin!” dendiğinde, “Benim içme hakkım ne olacak?” derdim.
Bazıları gibi “Tamam bu pazartesi bırakıyorum” diyenlerden olmadım hiç. Kendime “Günde üç adet içeceğim”, “Sabah kahvaltı yapmadan içmeyeceğim” gibi dayatmalar yapmayıp, pervasızca içmeyi sürdürdüm.
Sonuncusu hariç iki kez bıraktım. Birincisi 27 gün sürdü. İkincisinin 79. gününde yorgunluk-gerginlik-muhabbeti-deniz-yakamozlar-balık… Ve kızımın telefonda “Seni çok özledik anne” deyişiyle yakılan ilk sigara…
Aradan geçen sigaralı yıllar… Üniversite sınavına hazırlanan kızlarımdan birinin sigaraya başladığını fark ettiğim an, hayatımda kendimi en kötü hissettiğim anlardan biri oldu.
Elinden geldiğince rol model olmağa çalışan bir anne iken, bu konuda kötü örnek olduğumu bilmemin suçluluğuyla başlayan sigaradan duygusal olarak boşanma süreci.
Sınav hatırına bilmezlikten, görmezlikten gelişim. Sonra yüzleşmemiz. Onun ciğerlerine kıyamayışım. Zaman zaman artan söylenmelerim. Daha az tüketsin diye yanımda/evde içmesine izin vermeyişim.
Bu arada içmeyi sürdürüşüm ancak hiç keyif almayışım. Kokusuna katlanamaz oluşum. Nakitimin olmadığı bir gün sigara almaya girdiğim bakkalın “Kredi kartıyla vermiyoruz” demesiyle aşağılandığımı düşünerek kendime kızışım. Sigarasız kaldığım bir gün kızımdan sigara istediğim için kendimi küçülmüş hissedişim…
Giderek sigaraya ayırdığım paranın gözüme -yoksa kanıma mı?- batması. Kapalı ve kalabalık mekanlarda sigaradan giderek daha fazla rahatsız oluşum… Karlı-buzlu bir yılbaşı gecesi sigara almaya çıkışım… O gece on altı kişi içinde tek sigara içen insan olmama karşın, misafir olduğum evin hava kalitesine verdiğim zararın somut sonucu olan koku…
Sabah içtiğim ilk sigara sonucu ertesi sabah işyerimde içeceğim kahve eşliğindeki son kez sigara içmeye karar verişim.
Ve kararımı yaşama geçirişimin dördüncü gününde yaşadığım/yaşama olasılığım olan yoksunluk sendromlarını aşmam için akupunktur doktorumun bana destek vermesi… İki seans sonrası mevcut tüm sendromların yok oluşu…
Yaklaşık 33 yıl süren sigaralı bir yaşamı terk edip, on yedi aydır sigarasız bir yaşam sürdürüşüm… İlk aylar sigaraya ayırdığım parayı bana keyif veren başka şeylere hoyratça ayırışım. Kendimi sıkça -yürekten- kutlayışım.
Ve bu halimden acayip memnun oluşum.
Ancak “Ah, bir ataş ver, cigaramı yakayım” türküsünü hala sevmeye devam edişim ve bu türkünün çaldığı / söylendiği her yerde kendimi tutamayarak kollarımı havaya kaldırıp, oynamaya başlamayı hala sürdürüşüm.(ŞD/EÜ)
* Şadiye Dönümcü, Sosyal Hizmet Uzmanı.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.