Michalis: ``Savaş Aptallıktır`` Diyen Adam
Rodos’ta, Old Town’da, Eski Şehir’in o güzelim, yerleri çakıl döşeli, dar sokaklarında gezinirken rastladık ona. Atölyesinin önünde, ayakta, elindeki bakırdan yapılmış balık formunu parlatıyordu bezle. Hayret dolu bakışlarıma “Kalimera” diyerek yanıt verdi.
“Merhaba” deyince gözleri parladı adeta. Kırık Türkçesiyle “Merhaba… Hoş geldiniz… Buyurun…” sözcüklerini sıralayıverdi. Balık fenerin fiyatı alamayacağım kadar yüksek olunca, ayrıldık yanından.
Rodos'ta bir hemşeri
Ertesi sabah çarşıda gezinirken, antika eşyalar sattığı dükkanının önünde arkadaşlarıyla yemek yerken gördüm onu. “Kalimera”laştık. Yanındaki arkadaşına Türk olduğumuzu, İzmir’den geldiğimizi söyleyince adının sonradan “Paris” olduğunu öğrendiğimiz bir bey ayağa kalktı.
“Anneannem İzmir’den geldi. Hemşeri sayılırız. Ben az ötedeki Paris Otel’i işletiyorum. Michalis’in arkadaşıyım” deyince başladık sohbete. Ben “Bakırı ve bakırcılığı çok seviyorum. İlginç yaşlıların portresini yazıyorum. Bakır ustasıyla görüşmek istiyorum. Talebimi iletir misiniz? deyince o da Michalis’e sordu. Michalis görüşme, Paris tercümanlık yapmayı kabul edince randevulaştık.
Erken gittim biraz. Atölyesinde sahan kalaylıyordu iş önlüğüyle. “Biraz bekler misin? Yeğenimle kahve için, antikacı dükkanımın önünde.” dedi.
Döndüğünde duşunu alıp üstünü değiştirmişti. Tercümanımız geldiğinde beden dili, kağıt-kalem, İngilizce-Türkçe karışımı konuşmaya başlamıştık bile.
“Adım Michal(is). 75 yaşındayım. Eşim Astrecadeni (Asteoropi) de aynı yaşlarda. Asteoropi’nin manası ‘yıldız’ dır. O benim yıldızımdır. Atina’da, Üniversite’de ekonomi okurken tanıdım onu. Okulu yarım bıraktım, aşkım için, evlenmek için.
Kızım Anastassia (Anastasiya) 46 yaşında. İki torunum var: Nicolas ve Astrecadeni.
Gemilerde çalışmak dahil her işi yaptım evliliğimin ilk yıllarında. Sonra belediye bandosuna trompetçi olarak girdim. Tam 40 yıl klasik müzik, caz ve marş çaldım. Üflemeli çalgıların tümünü çalarım.”
O tavanda asılı üflemeli çalgıları gösterip “Şimdi dekor olarak kullanıyorum onları. Müzik ve dans… Vazgeçilmezlerim. Çok güzel dans ediyorum hala.” deyince “Mihrap da minare de yerinde zaten” dedim lafa girip. Paris çevirmekte zorlanınca mealini söyledim. Güldü, teşekkür ederken.
“38 yıldır bakır dövüyorum. Önce hobiydi sonra işim oldu. Yapa yanıla, baka baka öğrendim. Bakır aşk benim için. Bakır, insanın bütün negatif enerjisini alır. Hayata bu denli olumlu bakmamda bakırla uğraşıyor olmam etkili. Hiçbir şeye gereğinden fazla üzülmem mesela.
Zamanında ada ada, köy köy gezip eski bakır topladım; ekmek parası için. Şimdi sadece bu gördüklerin kaldı elimde. Artık toplamıyorum. Elimdekilerle idare ediyorum çaba harcamam gereksiz. Çünkü bana para lazım değil artık. Sevdiğim objeleri ya da severek ürettiğim şeyleri satarken üzülüyorum.
Bu iş zevk benim için. Bakırı şekillendirmeyi, eskileri yeniden kullanıma sunmayı seviyorum. Üretmek güzel şey. İnsan zamanını boşa geçirmemeli.
Bu zanaatı öğrenmek isteyen çıkmadı hiç. Çırak yetiştirmedim yani. Adada benden başka da bu işi yapan yok, bildiğim. Anlayacağın ben yok, bakır da yok olacak.”
``Ağacın kökleri sağlam olmalı``
“İnsan acı şeyleri unutuyor; daha doğrusu unutmak istiyor. Savaş zamanı, 1944’ler. Açlık var adada; hem de nasıl… Kırdı geçirdi hepimizi. 9 yaşındayım; küçücük bir kayıkta, tam 54 kişi, sıkış tepiş Marmaris’e kaçtık. Adayı saran Almanlardan kaçtık. Marmaris’teki Türkler yardım etti bize. Sonra İngilizler bizi Yunanistan’ın Kasos Adasına götürdüler. ” diye anlatırken o her daim gülen gözleri buğulandı.
“Savaş kötüdür. Savaş aptallıktan çıkar. Savaş para için çıkar. Birilerinin yararına çıkar. Silah üreticileri bu işten kazanır. Savaş politiktir.
İki halk arasında, Türk-Yunan halkı arasında sorun yok. Türklerin Yunanlılarla, Yunanlıların Türklerle ne sorunu olacak! Her şey politik.
Bizim köklerimiz sağlam. Bir ağacın kökleri sağlam değilse, uzun süre yaşayamaz. Biz, bizim dostluğumuz sağlam olmalı ki; çocuklarımız da sağlam olsun. Genç Türkler genç Yunanlılar birbirlerini sevsinler, dost olsunlar” derken masanın üstündeki gazetenin köşesine yandaki ağaç resmini çiziyor. “Buralar eskiden evdi; şimdi dükkan. Yani eski şehir; eskiden hep evdi; şimdiyse çarşı. Nerede o insanlar? Dağılıp, gittiler.”
“Ben ‘international’im” dedi yan flüt çalarak tatil yapan İsveçli kıza poz verip yanımıza döndüğünde.
“Yaşlılık nasıl bir şey?” dedim, yanıtladı: “Çok güzel yaşadım. Çaldım, söyledim, dans ettim. Gençlik şimdi benim için bir şey ifade etmiyor.”
“Türkçede bu tür yaşam biçimine ‘nerde çalgı, orda kalgı’ derler” dediğimde “Evet çaldım, kalgıdım ben de” dedi gülerek.
“Michalis sen çok yaşamalısın ki; çok üretesin” dediğimde “Sa(ğ)ol sen de” deyip ekledi: “Yaşayacaksam sağlıklı yaşayayım. Değilse…”
Ayağa kalkıp, dükkânın arka tarafına geçti. Getirdiği bardaktakileri “dostluğa, sağlığımıza” diyerek içtik. Masaya börek tabağı getirdi yeğeni.
Tuhaf… Sanki annemin böreği gibi. Boğazımda kaldı ilk lokma. “Annem… Selanik-Drama m(uh)acırı. 4 yaşında gelmiş Türkiye’ye” deyince yanıtı: “Anlaşılıyor ki zaten”
Adres sorduğum komşusu esnafın “Gözün yok mu baksana” diyerek bizi azarladığını söylediğimde “O domuzdur” dedi. “Malaka yani” dememe ise kahkaha attı.
Paris “İzmir’e selam götür benden” dedi vedalaşırken.
Michalis, “Sana eklem ağrıların için bakırdan bilezik yapacağım ellerimle; bir dahaki gelişinde” dedi.
“Ela, ela Şado” diye seslendi ardımdan gülüşü güzel, kendisi de güzel adam. (ŞD/BB)
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.