Çavuş Amca: Değirmen Her Allahın Günü Sağa Dönmez Diyen Adam
Ankara sıcağından kaçıp, Tersakan çayının içinden geçtiği Havza yaylasına gittim dört günlüğüne. Havza serin, evlerine konuk olduğum Alaaddin Amca ve Zülfiye Teyze çok sıcak ve bol şefkatliydi. “Ev sahibi misafirin hizmetkarıdır” düsturunun hakim olduğu evde kendimi “göşenay”(**) gibi hissettim dersem yalan olur, “göşenay”dım.
Bu yazının konusu, 33 yıllık can arkadaşım Hürriyet’in babası Alaaddin Amca ya da nam-ı diğer “Çavuş Amca”. 80 küsur yaşında. Yıllarca astsubay olarak devletine, jandarma teşkilatına dağda bayırda zevkle ve bağlılıkla görev yapıp, 36 yıl önce emekli olmuş ama boş durmayıp üstüne de 32 yıl hızarcılık -eee, bi de gazeteciliğini eklemek gerek– yapıp, beş yıl önce kendini maluliyetten emekli etmiş. Dört yıldır da oruçtan emekli.
Aydın. Demokrat. İyi yurttaş. Ulusalcı. İyi koca. İyi baba. İyi dede. İyi büyükdede. Esprili. Disiplinli. Nizami. Zeki. İsyankar. Konuşkan. Biraz inat. İyi okur. Politika-sever. Hakkını korur. İlle de Çerkez. Ve en önemlisi “Pser Şeriy, Noper Şefı(***) türü bir insan.
Yaşamak için yemek yiyen, öbür dünya için beş vakit namazını kılan, elindekini çocuk-torunları için harcayan ve aslında onlar için yaşayan, her konuda söyleyecek sözü olan Çavuş Amca ile sohbet keyif. Anılarını, ülke tahlillerini, günlük aktüel yorumlarını, deneyimlerini dinlerken büyüyor, bilmediğiniz bir sürü şeyi öğreniyorsunuz.
Mesela “Havza adı nereden geliyor?” diye sorduğumda önce Havza’nın diğer adlarını sıralıyor: “Kavuzhan, Kvza, Khavza, Çetrik, Hançere, Gönçere, Ancere, Hançeze, Koz, Hevze, Havze…” Ardından anlamını ekliyor: “Dolmak, bir parça, ara, boğaz.”
Mesela “Çayın adı niye Tersakan?” dediğimde “Normal seyrinde akan nehrin/çayın bir anda ters yöne akmaya başlaması” diye başlayıp devam ediyor: “Yanılmıyorsam bi Karadeniz’de, bi de Ege’de var böyle denize akmayan çay.”
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde Havza’ya ilişkin yazdıkları, kaplıca suyunun yararları, gideceğimiz Hallaz (Hıllaz) – Hamam Ayağı kaplıcaları, kerestesi iyi olan ağaç türleri, 64 sesli bir dil olan Çerkezcenin genel özellikleri, Çerkez adetleri, uzun evliliğin sırları, Müslümanlığın incelikleri dahil bir çok konuda bilgilendirdi beni. O konuşurken onu aktif dinlememi engelleyen güçleri bertaraf etti her defasında, başarıyla.
Çavuş Amca anlatımını Çerkezce sözcüklerle, atasözü ve deyimlerle süslediğinden onları küçük akıl defterime not alırken epeyce zorlandım.
Mesela yaşlılıktan konuşuyoruz “gücüm yok ama yüreğim var” diyor “Gücü olandansa yüreği olan” Çerkez atasözünden esinlenip. Ya da “Eskidiysem de ipeğim hala” diyor.
Bana ‘hoş geldin’ demeye ellerinde hediyeyle gelen komşularından söz ediyorsam “Kötü akrabadansa iyi komşu” deyip ekliyor: “Gosamef(****)’sin de ondan.”
Hayırsız birisinden mi söz ediliyor “At eşekle birlikteyse onun karakterini alır” ya da “Ala inek, ala buzağı doğurur” veya “Günde bir kere babasının huyu oğlunda görülür” diye döktürüveriyor incilerini.
Havza’da tercihli olarak gazetesiz, televizyonsuz, internetsiz -keşke telefonsuz da olabileydi- bir yaşam sürdüğümden, Çavuş Amca gözüm, kulağımız oldu. Gazetesini bitirdiğinde ya da haberleri izleyip yanımıza geldiğinde “Neler olmuş memlekette, dünyada?” diye sorduğumda özetleri verip yorumunu ekliyor: “Bataklık olan yerde kurbağa çok olur.”
Gelininin baktığı fala kulak misafiri olup “Şansı olmayanı deve üstünde bile köpek ısırır” ya da “Kısmet gelecek olursa yün iplik getirir, gidecek olursa demir zincir tutamaz.” diyerek ortama dahil ediveriyor kendini, söylediğini not alacağımdan emin.
Hürriyet’le aramızda konuşurken geçen empati sözcüğüne de uzandığı sedirde gazete okurken bir inci iliştiriverdi; “Başı ağrımayan insana, baş ağrısı anlatılmaz.” diye.
Günlük zaman yönetimine kesin riayet eden, hayatını Star Haber saatlerine ve namaz vaktine göre yönlendiren, arza maruz zamanlarında ev halkına dahil olan Çavuş Amca en çok politika konuşmaktan haz ediyor. O ara her gelene “Balbay ‘burası 13. Sağır Ceza Mahkemesi’ demiş duydun mu?” diye soruyordu.
Torunu çorba yaparken taşırınca, kirlenen ocak için söylenen karısına “Çocuğu işe koşarsan sonra da ise sen koşarsın” dediğinde aldığı yanıtı duymazlıktan geldi.
“Memura fitre-zekat düşer” haberine ilişkin yaptığı yorumlarla bizi çok güldürdü. “Emekliye düşmüyormuş yani” dediğimde “Allaha şükür; bize yetiyor. Allah devlete millete zeval vermesin.” yanıtı verirken hınzırca gülüyordu. En komiği de ertesi sabah pazardan Ankara’ya götürmem için aldığı barbunya torbasını uzatırken söylediği: “Al, bu da benim fitrem. Sana düştü bu yıl.”
Kızımın işten atıldığı haberini aldığımda “Telefon et toruna. Baksın bakalım poposunda 46 numara ayakkabı izi var mı? Memurun, işçinin poposundan eksik olmaz ayakkabı izi. Alışacak. Söyle de sakın üzülmesin. Biz ‘Atı kaybolanın kulağından at sesi gitmez’ deriz ama o sağır olsun.” dedim ya alem adam.
Çocuk büyütmenin zorluklarını konuşulurken “Çoban kötü olursa, koyunları kuzgun dahi götürür.” deyip ardına eklediği “Evlat sen iyi çoban olmuşsun” yorumuyla beni onore etti, bilvesile.
Tüm aileyi mutluluğa gark eden torun çocuğu Koças’ı koklamaya bile kıyamadığından gözleriyle seven Aladdin Amca’ya ismin anlamını sorduğumda yanıtladı: “Yolu beklenen, özlenen oğul” diye. Orada tanıştığım ve anlamını bilmediğim isimleri taşıyan insanlara da soracağımdan emin olduğu için hemen açıklıyordu: Nart: Gözde, Gusef: Kalp kazanan, Tijin: Gümüş, Setenay: Prenses, gözümün nuru, Jineps: Çiğ damlası diye.
Öğrettiği Çerkezce sözcüklerle beni sınav etmeyi de ihmal etmedi hiç: “Dız (otur) ne demekti evlat?
Onu anlatmak güç gerçekten. Ağrıyan dizleri oturmaktan uyuştuğunda ayağa fırlayıp bir-iki Kafkas figürü attırması görülmeye değer mesela.
26 Mayıs 1919’da Havza’ya gelen Atatürk’ün “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, kurtulacağız. Bizi öldürmek değil, canlı mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir azim bizi kurtarabilir” cümlelerini söylerkenki heyecanı da görülmeli bence.
Okumak onun için ikinci ibadet. Ancak okuduklarını da paylaşma konusunda sıkıntılı, gazetesini kapattığından bu yana. Evet, evet o yılların gazetecisi ve ben onun bu yönünden hiç söz etmedim size.
Çarşı içinde hızarcılık yaptığı dükkanının vitrinine astığı iki ayrı boyuttaki kara tahtaya her gün -bazen gün içinde de değişiklik yaparak– tebeşirle ve o güzelim el yazısıyla ülkede ve dünyada olan bitene tepkilerini döktü, düşüncelerini paylaştı hemşehrileriyle yıllarca Çavuş Amca. Esnafın “Ne yazmış bakalım bugün Çavuş?” diye gelip okuduğu butik gazetenin önünde o yakışıklı gazetecinin fotoğrafını çekmiştim altı yıl kadar önce.
Her yılın ajandasının ilgili yerine o gün gazetesine yazdığı metni not düşen Alaaddin Amca’nın bu defterlerine ulaşmak nasip olmadı; Nato Teyze- yani karısı Zülfiye Teyze– onları nereye kaldırdığını hatırlamadığı için. Onları buldurtunca seçtiği sayfaların fotokopilerini bana gönderdiğinde gazeteciliğine ilişkin anılarını da ekleyip yazarım inşaallah.
Çavuş’unun sürekli politika konuşmasından bıkkınlığını her fırsatta ifade eden Nato Teyzeye aldırmayıp her şeyi politikaya bağlama kararlılığını sürdüren Alaaddin Amcayla Havza’ya bir gidişimde evim için ‘eğer‘ şeklinde ve ‘eşek’ adı verilen puflardan almak için çarşıya çıktığımızda “Evladım n’apcan bunu? Gerçek eşek al da; evin yükünü, hayatın yükünü taşımaya destek olsun” diye başlayan ve yıllardır süren eşek muhabbetimizi yazarsam alınanlar olacağından vazgeçeyim en iyisi.
Demokrat dedim ama bir yanıyla hiç değil. Mesela oğluna yanında sigara içmesine izin vermiyor ama kızını kapsam dışı bırakıyor.
Çermik’de görev yaparken Diyarbakır’da Öğretmen Okulunda yatılı okuyan ve hava koşulları nedeniyle memleketlerine gidemeyen on kız öğrenciyi on beş gün süreyle evlerine konuk aldıklarında toplam on iki çocuğu zapt etmek için kurallar geliştiren evin annesine öğrenciler “Kuzey Atlantik İttifakı(NATO)”dan esinlenip “Nato Teyze” adı taktıkları karısıyla ilişkisi de bir alem. Bir sürü konuda ona teslim olmuş aslında ama hiç olmamış gibi. Sözüm ona çok sinirlendiğinde “Hele bi kalkıp da, gideyim, Rus Pazarına” diyerek ortalığı yumuşatıveriyor. En sık kullandığı cümle: “Nato’yu kızdırmaya gelmez.”
Her anlattığında yeni detaylar ekliyorsa da aşk öyküleri de çok hoş. Çorum’da görevliyken izinli geldiği memleketinden günübirliğine Kavak’ta yaşayan bir çocukluk arkadaşını ziyarete gidiyor. Kar yolları kapatınca geri dönemiyor. Akşam konuk kaldığı eve komşu oturan Zülfiye’yi görüyor. Önce yüreğine sonra kara kaplı defterine not düşüyor: “Bu gün çok akıllı bir kız tanıdım. Tarih 13. Şubat.1954”
Görev yaptığı yerlerde hep haktan, doğrudan yana olmuş. Oralarda tanışıp, iletişimini sürdürdüğü insanlar olduğunu söylüyor gururlanıyor.
Görev alanına giren köylerden birine gelen alay komutanı köylüye sormuş: “Elektrik var mı? Su var mı? Sağlık ocağı var mı? Okul var mı? Öğretmen var mı? Hemşire var mı? ” diye. Aldığı yanıtlar hep “yok” Komutan “Kaymakam, vali uğruyor mu?” deyince aldığı yanıt: “Uğramazlar ama sağ olsun tahsildarımızla çavuşumuz uğruyor” olmuş. Anlatımını bitirdiğinde ekliyor yorumunu: “İşte meydanda; yıllarca hiçbir hizmet götürülmeyen sadece tahsildarla çavuşun uğradığı yerlerin durumu. Memleketin şimdiki durumu. Ama umutsuz olmayalım çünkü “Değirmen, her Allahın günü sağ tarafa dönmez.”
Çocukları ve torunlarıyla –ve torun çocuğuyla– birlikte yediğimiz keyifli akşam yemeği sonrası biz masayı toplarken oğluna “Aman ne güzel bir-iki saatliğine unutuverdik ölümleri, baskınları, trafik kazalarını, yangınları, bombaları, cinayetleri, ihanetleri… Ohh bee” dediğini işitince gidip öpüverdim yanaklarından.
Çavuş Amcama ilişkin anlatılacaklar bitmez. Unuttuklarımı Nato Teyzeyi anlatacağım yazıya eklerim artık.
Havza’nın serinliği, Çavuş Amca ve güzelim ailesinin sıcaklığı ve şefkatiyle vedalaşıp, sıcak ve asık suratlı Ankara’ya döndüğümden beri kendimi sıkça gülümseyerek yakalıyorum.
(*) Şadiye Dönümcü. sosyal hizmet uzmanı.
(**) Çerkezce: Evin hanım kızı.
(***) Canını ver, onurunu al.
(****) Uğurlu kadın.
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.