Dibek Gayfesi Yanındaki Sakız Lokumu Tadında Bir Film
Çağan Irmak, “Dedemin İnsanları” filmiyle dram ötesi bir olguyu, tehcir gerçeğini “yedinci sanat” aracılığıyla bize, gelecek kuşaklara anlatımında; çakır gözlü maacır annemin öyküsünün bir bölümüne de yer vermiş sanki.
İkinci kuşak mübadilim; 1925 yılında Drama’dan 3 yaşında Gülcemal vapuruyla önce Samsun’a, ardından Manisa-Akhisar’a, daha sonra da Söke’ye gelen annemden ötürü.
Annem sadece Drama Çayı’nın içinden karşıya yalınayak geçtiklerini hatırlıyordu. Dedeme yetişemedim. Nenem yaşarken de, ben muhacereti sorgulayacak yaşta değildim.
Muhacir olanlara “a” harfi uzatılarak “maacır” denir bizim oralarda. Ben maacır kültürüyle büyüdüm. Genetik miras fiziki özelliklerim her dem “suyun öte yanı“na ait olduğumun kanıtı oldu. Beslenme alışkanlıklarım, konuşma şeklim, beden dilim, değerlerim hatta müzik zevkim bu kültürle yoğruldu.
*****
12 Eylül döneminde güven içinde yaşamak üzere başka ülkelere iltica edenlere dair öyküleri okuduğum, gerçek yaşam öykülerini dinlediğim zamanlara denk gelir; annem özelinde maacır‘ların dramının ayrımına varmam.
Zorlu koşullardan kurtulmak için kendi isteğinle bir başka yere sığınmada yani iltica ettiğinde; oradaki koşullar da zorlayıcıdır çoğu kez. Ama bu senin tercihindir.
Muhaceret yani “tehcir” öyle mi? Zorunluluk var. Birileri, hiçbir talebin olmadığı halde alır bu kararı. Malını, mülkünü, atalarından kalan her şeyi, çocukluğuna, gençliğine dair tüm anılarını bıraktırtıp başka topraklara sürer seni. Oradakileri de senin boşalttığın yerlere. Geldiğin toprağa, oturduğun eve kendi kokunun sinmesi zaman alır.
İltica da, tehcir de dramdır. Ancak mübadil mutsuz, mülteci mutsuz ama umutludur.
*****
Darmadağınık yazdığımı fark ettim; yukarıdaki satırları okuduğumda. Özür dilerim ey okur! İnan olsun; ben değil Çağan Irmak suçlu; aslında. Dedesinin insanlarıyla tanıştırdı beni; sinemada. Dağıttı; darmadağınık etti beni.
Dışarıya çıkıp da, Ankara ayazında akşamın karanlığında evime doğru yol alırken önce küçük Ozan ve onun dedesi, an’anesi, annesi, babası, kardeşi, komşuları yanıma katıldı. Sonra Söke’de, eski bir Rum Mahallesi olan Kemalpaşa Mahallesinin bol irimli, bol yokuşlu sokaklarında sürdürdük yürüyüşümüzü; bize katılan büyük aile üyelerimle ve komşularımızla. Cümbür cemaat yürürken sadece Apdül Dedem yoktu aramızda.
*****
Çağan Irmak büyük sinema adamı. Bir kez daha kıskandım onun sinema dilini, sinema gözünü, kulağını, elini. Ve galiba en çok da belleğini. Bu adam 41 yaşında. Nazar değmesin; “41 kere maşallah” diyelim bilvesile. Diğer filmlerini, dizi filmlerini izlediğimde de hep çok sevmiştim. Ama bu filmi başka. Ve ben bambaşka sevdim bu filmini.
Yanlışım varsa; düzeltile. Barışçı, insani, sevgi dolu, doğru yöne bakan, mantıklı ve sıcacık, sorgularken sorgulatmayı da başaran bu film; mübadele üzerine ilk uzun metrajlı film; bildiğim.
Çağan Irmak, “Dedemin İnsanları” filmiyle dram ötesi bir olguyu, tehcir gerçeğini “yedinci sanat” aracılığıyla bize, gelecek kuşaklara anlatımında; çakır gözlü maacır annemin öyküsünün bir bölümüne de yer vermiş sanki. Annem sıkış tepiş bindikleri Gülcemal gemisinde sağ kalmayı becermiş ama ölenler adına Çağan’ın dedesinin annesi rolündeki Ezgi Mola’nın attığı çığlık mahvetti beni.
*****
Filmi anlatmaya niyetim yok. Gidip izleyen; yorumlar nasılsa kendince. Bu film çok konuşulacak, nasılsa.
Sıradan bir sinema izleyicisi olmam bu filmin iyi bir film olduğunu söylememe engel değil. Hiçbir ayrım yapmaksızın emeği geçen herkesi yürekten selamlıyorum. Çağan Irmak’a ayrıcalık yapıp bir de teşekkür ediyorum.
Beni tehcir üzerine bir kez daha düşündürdüğü için.
Bizim oraların havasını koklattığı, yöremin şivesinin güzelliğini ve çoğunu unuttuğum küfür ve ilenmeleri bana hatırlattığı için. Unuttuğum kokuları hissettirdiği için İlkokulda her akşam üzeri gittiğim Söke Halk Kütüphanesi’ni filmde belediye binası mekanı olarak kullanarak beni çocukluğuma götürdüğü için. Benzerini yıllarca bir sürü evin duvarında gördüğüm fotoğraflar aracılığıyla beni yolculuğa çıkardığı için.
Zamane insanlarının süslemesiz tavırlarını sergilediği, insan ilişkilerinin dümura uğrama nedenlerini ilan ettiği için. Hüzünde coşkunun, coşkuda hüznün saklı olduğunun ayrımına vardırttığı için. Kefenliğini alan yaşlı özelinde ölüme bile hazırlanmak gerektiğini söylediği için. Seni acıtanın aslında senin tarafından anlaşılmayı beklediğini aktardığı için.
Çağan’ı kıskandım böylesine güzel bir dedesi olduğu için. Benim hiç dedem olmadı çünkü.
Çağan’a kızdım; bana yoksunluklarımı işaret ettiği, yitirdiklerimi işaret ettiği için.
“Umut… İlle de umut” diyen Çağan’a söz verdim: bundan sonra ki yaşamımda “Umut… İlle de umut” diyeceğime.
Ve kendime söz verdim; olmasını istediğim şeyler için önce kendime sonra da sevdiklerime potkallar göndereceğime.
*****
Darmadağınıktım ya… Bizim oraların dibekte dövülmüş gayfesinden bir fincan gayfe yaptım kendime. Bir sakız lokumu attım ağzıma. Toparlanırım herhalde. (ŞD/NV)
Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.