Sessizlik içinde kayboluvermek…
Bakımevi ve huzurevleriyle ilgili iki röportaj yapmıştım zamanında. İlki 40 yıl kadar önce Ankara, Seyranbağları’nda kalan şair ve çevirmen Enver Gökçe ile ilgiliydi. Diğeri bundan on yıl kadar önce Bayramoğlu, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Darıca’daki huzurevinde kalan; tarihçi ve çok değerli abimiz Orhan Koloğlu ile. Her ikisi de içimi dağlamıştı. Her ikisinin da masaları çevrilecek kitaplar ve yazdıkları taslak metinlerle doluydu. Orhan ağabey ilk 9 ayında 6 kitap yapmıştı, oturduğu yerden…
Sessizlik içinde kayboluvermek… Yıllar yılları kovaladı ve ben de meslekte bu yıl 45. yılıma girdim ve ‘gençlik hayalim’ olmasa da Çengelköy sırtlarında bir bakımevinde kalmaya başladım. Ve bizler de burada bir ‘Erken Yılbaşı’ gecesi yaptık… Bunu, Medya Günlüğü (*) için yılbaşında kaleme aldım, hâlâ çok okunan yazılar arasındaymış. Sevindim ve biraz dramatik ve muhtemelen biraz da ironik bir dille, son gelişmeleri yazayım. Özgün bir gelişme olmasa da buradaki hayattan bir kesit. Çünkü herkesler bilmez, duyarlar ve belki de merak ederler.
Gene zamanında birkaç kez Darülaceze’ye gitmişliğim vardır. Hem içeriden davet alınca hem de gazeteci olarak. Bir orta boy salonda eğlence düzenlenmiştir ve bedava gelebilecek kimi ‘sanatçılar’ bulunur ve onlarla insanları eğlendirmeye çalışır. Bizi de birilerinin yamaçlarına oturturlar ve hayat hikâyelerine pek girmeden güncel üzerine ‘ortaya karışık’ bir sohbet yaparız. Giderken hediyeler de götürürüz.
Bizbize Bakımevi’nde genç yönetici ve işletmecileri böyle bir eğlence uygun görmüşler ve bizleri de çağırmışlardı. Gidiş ve gelişler törenleydi zaten, bırakın eğlence olsun diye kalkıp göbek atmayı… Sabah 9 olduğunda herkesin kahvaltısı odasına götürülür… Ben, çatı katında ve tek kalan nadir hastalardan olduğum için buçuğa doğru gelebiliyor ama önlemliyim zaten; çay makinem var ve ‘kontraplak’ dediğimiz ıvır zıvırlardan atıştırabiliyorum. Kendime ilişkin pek bir şey yazmayacağım. Diğerlerinin durumu özgün ve kaleme almaya değer. Bense burada ayıptır söylemesi üç ay içinde 150 kadar röportaj yaptım ve yazı yazdım. Bir de üç ayrı kitap kaleme aldım, sipariş üzerine. Pandemi nedeniyle her yerde derin bir endişe ve kısıtlı olma hâli var ve burada da sürüyor. Kimse girip, çıkamıyor. Ziyaretçilerimiz gelmediği gibi çalışan gençleri; kimi sakinlerimiz, yakın akrabaları sayabiliyor ve günde birkaç kez evlenme teklifi alan gençler var. Bazı hastaların sakin olmayı aşan hâlleri de var; sonuçta ya da başlangıcından beri burası bir bakımevi ve psikolojik sıkıntısı olanlar da kalıyor. Her işlerini bağırarak görenler var ve genç yaşta sektörde çalışmaya başlayan çocuklar, hep ama hep iyi niyetle, güler yüzlü ve sahici bir ilgiyle hizmet vermeye çalışıyor. Saat 13 sıralarında öğlen yemeği geliyor ve kimi hastalara, genç çalışanlarca yediriliyor. Gene epeyce hasta; yıkanıyor, başkaca temizlikleri yapılabiliyor. Çamaşırlar, ilaçlar hep çalışanlarca halloluyor.
Tabii ki çatı katından Boğaz Köprüsünü ve Boğaziçi’ni geniş bir açıdan görüyorsanız, manzaranız şahane sayılır. Yağmur ve kar yağdığında ise bu geniş açıdan daha da güzel bir manzara izleyebilmek olası.
Sessizlik içinde kayboluvermek…
Bizbize’de yılbaşı kutlaması
Haftada bir 45 ilaç kutusunun bölmeleri dolduruluyor ve zamanı geldikçe hastalara veriliyor. Kimi hasta hiç ama hiç durmadan sigara istiyor. Bazılarının günde iki dal hakkı var ama onları peş peşe tüttürünce, gecenin bir yarısı, ismini bildiği çalışanlara durmadan seslenebiliyor.
Aaa, bir de Ayda hanım var. (Manşet fotoğrafı, sağda en önde) 75 yaşında ve durumundan haberdar değil. Dolanmayı pek seviyor ama titrek yürüyüşle düşecek diye, çok korkuyoruz. Bazen çocuklarla birlikte servise bile çıkıyor. Bir gece yarısı geldi ve ‘Burası benim odam’ deyiverdi. Orası da benim yatağım. Dün biz burada çalıştık falan, dedi. Telefon açıp yardım istedim. Çıkarken, ‘Bilet almaya gelmiştim’ diyordu. Bir başka hastamız, emekli bir edebiyat öğretmeni. Asabi. Yürüdüğünde gölgesine bile kızabiliyor ve her şeyi unuttuğu için, ‘Ortak Alan’ dediğimiz büyük salonda; yemek yiyenlerin tepsisinden alabileceklerini alıp yiyerek uzaklaşıyor. Günde 20 kez bir şeyler atıştırabiliyormuş…
Merak etmeyin, ziyaretçi de gelmediği için özel bir hüzne gömülen kimse yok. Çalışanlar evlat gibi; eş veya kardeş gibi. Keşke bir de şarkıcımız olsaydı, okur dururdu.
Geçen ilçe sağlıktan ekip geldi ve oturup güzelce çayını içti. Bizim hemşirelerimiz de dolanıp Covid-19 aşılarımızı yaptı. Yan etkisi de yok. Biri ilaç olan iki aparat birbirine eklenip pıt diye vurdular aşıyı. Odama girip çıkmaları on saniye ancak sürdü. Bir zamanlar gözlükçü komşumuz çerçevenin sol camına gerçek dereceli camı takmamıştı da; hekim, ‘Yahu bu pencere camı’ demişti. Umarım bunlar da çeşme suyu değildir. Durumumuz budur. Pandemi koşulları hafifleyince, tanıdıklarınız olmasa da bakımevi ve huzurevlerini ziyaret ediniz; gofret ve mercimek köfte gibi küçük hediyeler götürünüz. Hele bir yabancının anımsaması, değer vermesi hepimizin hoşuna gider. Sohbet edebilen, iki çift lafa ömründen ömür verir. Bilesiniz…
Not: Bu Yazı medyagunlugu.com Sitesinde Yayınlanmaktadır.